Dalgalarla akmak…
Yuvarlak masanın başında Dilara ve Oğuz ile sohbetteyiz. Hayatın akışının nasıl da hızlandığından konuşuyoruz. O sohbetler ki bana hep not alma dürtüsü yollar, hemen deftere kaleme sarılırım. Bu sohbetten de payıma “sörf” çıktı!
İnternet sörfünden söz edildiğini ilk duyduğumda şaşırmıştım. Bilgisayar başında zaman geçirmeyi çok sevmediğimden pek bir anlam ifade etmemişti. Buraya taşındıktan sonra dört yıl boyunca internetsiz bir hayat yaşadık. Son beş yıldır da kotalı bir mobil modemle internete bağlandığımızdan kotamız elverdiğince bakabiliyorduk merak ettiğimiz sayfalara, videolara. Geçen yıl kotamız biraz daha yükseldi ve rahatladık.
Geçenlerde Facebook’ta Ankara’daki bir arkadaşımın “şunu izle!” diye haber verdiği bir diziye, Amerika’dan bir arkadaşımın yazışmalarında da rast gelince “neymiş bakalım bu dizi” diye merak edebildik, oturduk izledik. Nefis bir iletişim var dizidekilerin arasında! Bizlerin de zaman zaman yaklaştığı bir hal gibi.
Artık hayatın sosyal medyada karşıma çıkardıklarını da daha rahat takip edebiliyorum. Öyle zamanlar oluyor ki sayfalarda gezinebiliyorum, istediğim yazıyı okuyabiliyorum. O gezintiler beni ne bağlantılardan ne güzel insanlara, konulara, bilgilere, müziklere ve görsellere ulaştırabiliyor. Ne hayatlar varmış öğreniyorum, hayretim çoğalıyor, ama şaşırmıyorum. Onlarla tanıştığım için mutlu oluyorum. Dünyada benim gibi, bizim gibi insanlar varmış, yalnız değilmişiz duygusunu sanırım çoğumuz yaşıyor artık. Sosyal medya iyi kullanılırsa iyi birşeymiş! Ne dünyalar açılıyor önümüze.
Hayatın kendi sörfü var, artık ikna oldum.
İnternet sörfünden hayat sörfüne geldik. Gün içinde neye/nelere çekiliyorsam onların peşinden akışla gitmeyi, izleri takip etmeyi seviyorum.
Masadaki sohbetten kalkıp Dilara ile kuzineye birkaç ince dal atıyoruz, çekyata uzanıyorum yemek sonrası rehavetiyle, battaniyeyi de üzerime çekiyorum. Kendimi bırakmış durumdayım, konuşmalar fonda ninni gibi geliyor, biraz sonra içime gelen cümleleri yazmak üzere zınk diye yerimden kalkıyorum, yazmaya başlıyorum hemen. Aklıma mı geliyor bu cümleler kalbime mi?
Sohbet devam ediyor, bu kez konunun içindeki çağrışımla bir dergiyi aramak üzere kütüphane rafına yöneliyorum. Aradığım dergiyi bulamıyorum, başka dergiler çarpıyor gözüme, “beni de al, beni de!” diyorlar, onları alıp masaya getiriyorum, hep birlikte bakıyoruz. İçinde sevdiğim ahşap yapı ve çadır örnekleri olduğu için yıllardır sakladığım bir havayolu dergisini karıştırırken bir makale görüyorum!
“Sörf yapmak”
Eh artık yazmak farz oldu. Teşekkürler hayat!
Yazıda sörf sporunda mükemmel dalgayı yakalamanın Kutsal Kâse’yi bulmaya benzediğini söylüyor. Onu yakalamak ve onunla birlikte yol almak için sörfçülerin dünyanın bir ucundan diğerine koştuğunu anlatıyor.
Gün içinde, hayatın kendi akışı içinde de sörf yapılabiliyormuş. Suya kendini bırakır gibi bırakmak yetermiş. Şimdi artık hayatın içindeki mükemmel dalgayı aramak ya da olduğun yerde beklemek yerine hayat nehrine atlayıp onunla birlikte akmayı öğrenmek zamanlarındayız.
Hayat bizi daha nerelere götürecek bakalım?
Kalbimiz pusulamız olsun da.
Günümüz, gecemiz, gözümüz, içimiz aydın olsun.
YORUMLAR