İşbirliği kafası

Bir başka kamp hazırlığı. Öncü ekip gelmiş. Sonrasında 40, belki de 60’ı bulacak insan sayısı… Bahardaki büyük temizlikten sonra yaşanan yoğunluktan zaten yorgunuz, bir de sıcakların en sonunda bastırması, bezdirici nemin artmasıyla da bitkin düşmüş vaziyetteyiz. Şimdi ise bir başka hareketin içindeyiz, bahçeyi gelecek olanların çalışmaları için hazırlıyoruz. Selahattin de bir aydır birlikte yaşamı deneyimlediğimiz arkadaşlarımızla birlikte İstanbul’a gidecek, on gün kadar kalacak. Biz de Sevil’le birlikte bahçeye bakacağız.


***


Öncü ekipteki arkadaşlardan biri akşam yemeği sonrası bulaşık yıkamaya girişmiş, ona yardımcı olmak için hemen anlatmaya başlıyorum: “Bulaşıkları yıkarken önce limonla ovarak yağlı yüzeylere ön temizlik yapıyoruz. Arap sabunu ile yıkadığımız için sonrasında kolaylık oluyor. Borularımız sık tıkanmıyor.”


“Ben öyle yıkayamam.”


Şaşırıyorum, ne demek istedi acaba? Değişik bir durum yaşıyor olduğuma dair güçlü bir his geliyor o anda ama nedense bu hissi kale almayıp “çok kolay oluyor böyle, bu sabun deterjan gibi güçlü olmadığı için işimizi kolaylaştırıyor limonla ovmak” diye her yeni gelen cana “burada” bulaşık yıkamakla ilgili kolaylıkları anlattığım gibi anlatmaya çalışıyorum.


“Uğraşamam ben limonla filan, istediğim gibi, kendi bildiğim gibi yıkayacağım.”



Derin bir nefes alıyorum, şimdi ne yapmalıyım, ne demeliyim, sözcüklerimi özenle seçeyim, şiddetsiz iletişim ne varsa hepsi kafama üşüşüyorlar sanki.


Şimdiye kadar hiç limonla ovmaya karşı çıkan biriyle karşılaşmadığım için ne diyeceğimi bilemiyorum, “peki, nasıl istersen” diyebiliyorum ancak. Biraz sessiz durup yine nefes aldıktan sonra dayanamayıp açıklama ihtiyacı duyuyorum:


“Burasının kolay işlemesi için dikkat etmemizin iyi olacağı şeyler var, organizasyon sorumlusu arkadaşlar bunları yazacak ve mutfak, banyo, buzdolabı gibi yerlere asacak zaten. Daha bunun gibi pek çok detay var burada yaşamamız için.” ‘O sırada anlatmak istediğim şeyi iyi aktarabiliyor muyum acaba’ diye de bir meraka kapılıyorum.


Açık hava banyomuza doğru yollanıp elimi yüzümü yıkıyorum. Sonra bir “ohhhh” çekiyorum, bugün benim yazı günüm, gün içinde yaşanan neşeli anlardan ve sohbetlerin tadından sonra ruh halimin güzel devam etmesini tercih ederim, o yüzden şu an durumu organizasyondaki arkadaşlara iletmeli miyim diye düşünüyorum ama aktarabilecek durumda hissetmeyerek içeri girip bilgisayarı açıyorum. Tam o sırada Zeynepler eve dönmeye karar vermiş, bahçeden vedalaşma sesleri geliyor, gerisingeri dışarı çıkıp yanlarına yürüyorum.


Arkadaşlarımızla kucaklaşıyoruz, arabaya binerken Selahattin’e “sana iyi İstanbullar” diyor Gökhan, ben usulca mızıldanarak sesleniyorum: “Bize de iyi kamplar dileyin!” Galiba benden başka kimse duymuyor, sonra yüksek sesle tekrarlıyorum aynı sözü. Arabaya mutlu mesut yerleşen Zeynep, pencereyi açıp sesleniyor: “İyi kamplar size, haydi görüşürüz, teşekkürler her şey için.”


“Biz de teşekkür ederiz efendim, o güzel börekler için. Ayağınıza sağlık, yine bekleriz.”


“Bi’ de, hiç moralini bozma sakın, boşver” diye devam ediyor Zeynep, Gökhan manevra yapmaya çalışırken, “60 kişinin içinde farklı davranan birilerinin olması çok normal. Sen iyi ol, sen iyi olursan her şey iyi olur.” Bilerek mi söyledi bu durumu peki?


O sırada Selahattin durumu hissedip sorma ihtiyacı duyuyor: “Bir şey mi oldu?” “Evet oldu, sonra anlatırım.”


Sonra Zeynep’e dönüp “sen nereden biliyorsun peki” diye soruyorum, arabanın camından dışarı sarkarcasına anlatıyor bana, “bilmiyorum, gördüm” diyor, “sana baktığımda bir durum olduğunu yüzünden anladım. Eskiler işi biliyorlarmış, onun için boşver diyorlarmış.


Ben de onun üzerine biraz önce ellerimi yıkarken banyoda kalbime gelen şarkıdaki “eyvallah dersin olur biter” sözlerini hatırlayarak sesleniyorum Zeynep’in ardından: “Eyvallah!” O da elini kalbine götürüyor ve beni yankılıyor sanki: “Eyvallah!”



El sallayıp uğurluyoruz Zeynep’le Gökhan’ı.


Selahattin yanıma gelip soruyor: “Ne oldu?”


Onu sakince yanıtlıyorum: “Şimdi ben önce biraz yazımı yazayım, sonra konuşuruz.”


Boşvermeyi seçiyorum şu an. Nasılsa yarın yönlendirici yazılar hazırlanacak. Durum kendiliğinden hallolacak. İnanıyorum. Davet böyle geldi evrenden. Bana boşvermemi söyledi. Sürece güvenen bir boşvermişlik içindeyim.



Bakalım yarın duvarlarımızda neler yazacak?


Boşver Ayşe!



Ön hazırlık ve kamp sonrası toparlanma, temizlik süreleriyle birlikte yaklaşık on günlük bir “topluluk deneyimi” yaşayacağız. Aklıma Krishnamurti’nin güzel sözleri geliyor:


"Benim gözümde işbirliği başka bir şeydir. İşbirliği, birlikte olmak ya da birlikte bir şeyler paylaşmak, mutluluk duymak, mutlu olmaktır. Burada önemli olan yapılan iş değil, yapılan şeyin birlikte yapılmasıdır... İşte gerçek işbirliği yalnızca bu tasarıyı birlikte yapmaya karar vererek değil, birlikte olmaktan, birlikte yapmaktan mutluluk duyarak gerçekleşir... Başka bir deyişle yapılacak şey birlikte olmak, birlikte işbirliği yapmaktan daha önemliyse, yapılacak işte plan ideolojiden kaynaklanan ütopya daha öne geçiyorsa, o zaman gerçek anlamda işbirliği yoktur. O zaman yalnızca bizi bir arada tutan, bizi birbirimize bağlayan bir amaç, bir düşünce vardır. Bir düşünce bizi birbirimize bağlayabiliyorsa o zaman başka bir düşünce de bizi bölebilir."


Bakalım bir amaç için bir araya gelmiş bir topluluk “bir arada” nasıl yaşayacak?


Onu da boşveriyorum.


İyi eğlenceler bize.



Aşkla çözeriz her şeyi nasılsa.





YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir o anı sizinle yaşadım sanki,benim de boğazıma yumru oturdu bir an için.işiniz uzaktan hoş ve keyifli geliyor ama ne demişler insanın olduğu yerde sorun da vardır.kolaylıklar dilerim:))
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.