Babamla 13 gün…

Yazılmak istenen yazının bizi masanın başına oturttuğu gibi biz de doğmayı mı istedik acaba? Cilveli kaderin hassas ayarlamalarıyla buluşan ebeveynlerimiz öpüşüp koklaştılar ve onların koynundan hayatın bağrına düştük. Tıpkı şu an karşımdaki kayısı ağacının, çekirdek olarak rastgele atıldığı yerden büyüyüp serpildiği ve bize baldan tatlı meyvelerini sunduğu gibi bir şey gibi mi yaşamak? Sürprizli, bir o kadar eğlenceli.


***

“Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bu masalı duymuştum…” diye anlatırdı dedem bana masalları. Masallar gerçek oldu, babam artık çocuğum oldu benim. Üç yıldır yanıma gelemiyordu. Sıcaklar bastırmadan gelmesi için yaptığım ısrarlara dayanamayarak sonunda yola çıkmayı başardı. Vardığı gün gelen arkadaşlarla yaptığımız müziğe, bize armağanı olan darbukasıyla eşlik etti, noktası virgülüne hatırladığı anılarını bizlerle paylaştı. Kim bilir kaçıncı kez duyduğum öykülere ilk kez dinliyormuşçasına kulak kesildim.


Babaannem dört gün sancı çektikten sonra doğurmuş babamı, kendi anlatımıyla “yedinci ayın yedinci günü yedi aylık” doğan çocuğuna bakıp “doğura doğura bu et parçasını mı doğurdum, bu kadar sancıyı bunun için mi çektim?” demiş!. A aaa baba? Sen nereden biliyorsun böyle dediğini? Adını taşıdığım, babama emeği çok olan babaannesi söylemiş! Yani babaannemin kaynanası! Babacım, sana nasıl bir zehir bulaştığını görüyor musun? Velev ki öyle demiş, insan böyle bir şeyi hiç torununa söyler mi?.... Şaşırdı babam, o kadar inanmış ki gerçeğin böyle olduğuna, sevilmediğini hissetmiş ömrü boyunca da. “Demek ben o yüzden yıllarca annem beni sevmezdi diye düşündüm!” Hah işte! Aynen böyle babacığım. Aaah ah, Ayşe babaanne, neler yapmışsın, haberin yok. Oysa ki Ayşe babannenin sütü bol diye en az on bebeğe süt anneliği yapmışlığı varmış. İyi kadınmış da gelinini pek sevmemiş anlaşılan.


Babam yine bu türden anılarını arkadaşlarımıza anlattığı bir sırada bir şey söylemek üzere yanına geldim. Sözünü bitirmesini bekledim. Konuşmasını keserek başını yukarı kaldırıp bana baktı ve sordu: “Susayım mı?” Yooo babacığım, anlat, çok güzel anlatıyorsun….. Trinnnnkkkk bir jeton daha düştü! Demek ben de yıllardır babamın çok konuştuğunu düşünüp kendimi kasar, dinleyenlerin sıkılmış olabileceğini düşünür, sonunda dayanamayarak babamı sustururmuşum. Kim bilir belki de adamcağızı hep susturmuşlar, konuşturmamışlar hayatı boyunca. Hiç müdahale etmedim, konuklarımız da gayet dikkatle dinlediler, ilgilendiler onunla. Geldiğinde öksürüyordu, kabile doktoru arkadaşımız ona bitki çayı yapıp içirdi. Babalar gününe üç gün kala on üç günlük Antalya gezisinin sonunda İstanbul’a geri dönerken öksürüğünden eser kalmamıştı. Geldiğinde 160’larda seyreden şekeri de 90’lara kadar düşmüştü.


Kırgınlıklarını, affedemeyişlerini anlattı babam tek tek, kim aramış, kim aramamış, kardeşi küçükken ona şöyle yapmış, büyükken böyle davranmış, daha neler neler. Tüm bu öyküleri dinledikten sonra kendimizi bulduğumuz nokta: Babamı ayağa kaldırdık, diyafram nefesi almasına yardımcı olduk. Selahattin sırtına, omuzlarına masaj yaparken kaskatı kesilmiş olduğunu gördü. Rahatlamasını sağlayacak olumlamalar söyledik. Azimle söylediklerimizi tekrarladı. “Beni bilerek ya da bilmeyerek kırmış olan herkesi affediyorum, ben de böyle şeyler yaptıysam kendimi de affediyorum.” Ve 85 yaşındaki babam bu çalışmanın bitiminde şunu söyledi: “Üzerimden 500 kilo yük kalktı!” Ohhhhh, çok şükür, inşallah!


Öğrenmenin, iyileşmenin ve farkındalığın sonu yok. Her an, her an küçük farkındalıklarla büyük aydınlığa adım adım ulaşmak nasip olsun. Hangi yaşta olursak olalım.


Affedelim ve rahatlayalım.



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.