6 Şubat'ın ardından hayatta kalan olma şuçluluğu

Bugün, 6 Şubat depremlerinin ikinci yılı. İki yıl önce hep birlikte, on binlerce canın kaybına, şehirlerin yıkımına ve milyonlarca insanın hayatının altüst oluşuna tanıklık ettik. Çok ağır bir tanıklık bu ama yaşananlar o kadar ileri boyuttaydı ki tanık olmanın ağırlığını konuşmaya dahi utandık. O geceden sonra o gece orada olmayanlarımız için dahi hiçbir şey eskisi gibi olmadı. O enkazın altında bir şey daha kaldı: Hayatta kalanlar üzerinde derin izler bırakan, tarif edilmesi güç bir suçluluk duygusu.


“Survivor’s guilt”, yani hayatta kalma suçluluğu, büyük felaketlerden sağ çıkan insanların hissettiği yoğun suçluluk duygusuna verilen bir ad. İkinci Dünya Savaşı’ndaki holokost akabinde toplama kamplarından hayatta kalanlarda yoğun olarak görülüyor ve terminolojik bir adlandırma yapılıyor. “Neden ben kurtuldum da onlar kurtulamadı?”, “Ben hâlâ buradayken onlar neden gitti?” gibi sorular barındırır, geride kalanları kemiren bir vicdan muhasebesine dönüşür. 6 Şubat’ta yakınlarını kaybeden ama kendisi hayatta kalan birçok kişi bu duygu hala aktif ve çoğu insan hislerinin adını koymakta dahi zorlanıyor.


Bir başka ağır duygu da “Keşke orada olsaydım, belki bir şey yapabilirdim” duygusu. Depremin ikinci yılında hala insanlar konteynerlarda, barakalarda yaşamaya devam ediyor. Deprem yaşamamış şehirlerde bizlerin hayatı devam ederken, deprem bölgesi dev bir şantiye alanı hala. Yollar bozuk, hava zehirli. Bu yaşananların sorumlusu olmadan, sorumluluk hissediyoruz bizim yaşadığımız koşullarda yaşayamayanlara karşı.


Ben çocukken çocuklar arasında şakası dönen bir durum vardı. Ayağım ağrıyor dersek mesela, biri gelip karnımıza vururdu, “şimdi karnın daha çok ağrıdığı için ayağının ağrısını unuttun bak” denirdi. Çocuk şakası işte. Bu ülkede felaketler o kadar birbiri ardına oluyor ki çocukluğumdaki bu saçma şakadaki gibi hissediyorum sık sık. Bir ağrının altından kalkamamışken yeni bir ağırlık çöküyor.


Felaketler yaşanıyor, bedenen hayatta kalıyoruz belki ama ruhsal ağırlığı her geçen felakette artıyor. Kızgınlık, bezginlik, derin bir hüzün ve tükenmişlik. Bir süredir bu duyguların çoğumuzda ortak olduğunu seziyorum. İletişimde olduğum çoğu kişi tam da böyle hissediyor, biliyorum. Bildiğim bir şey var ki umut etmeden yaşanmaz, nasıl yaşanır ben bilmiyorum. Bildiğim bir başka şey de şu ki mücadele etmeyenin umudu olmaz. Oturduğunuz yerden değil mücadele ederken umut dolarsınız.


Hayatta kalanlar olarak yasımız var evet, bitmeyen bir yas. Bugün hayatta kalan olmak, yaşamak bir sorumluluk. Hesap sorma sorumluluğumuz var. Öfkemizi diri tutma sorumluluğumuz var. Unutmadan, affetmeden, yılmadan, inatla. Bugün acıklı müzikler arkasında yıkılmış bina görüntüleriyle ajitasyon yapmanın değil, “buradayım, yanındayım, senin için ne yapabilirim” demenin günü. Kayıpları olanlar nasıl anmak istiyorsa öyle, nasıl destek vermek iyi gelecekse onu vererek.


Kimse yoksa birbirimiz varız. Kimse yoksa umudumuz var. Bu yaşamdan bir ömür yaratma sorumluluğumuz var. Yasını yaşayanların gözünün içine bakmayan utanan, boğazındaki düğümü hiç geçmeyen, göz pınarları gün boyu dolu dolu olan herkese kalpten sarılıyorum.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.