Narin’in ardından konuşmak zorunda olduklarımız
8 yaşında bir kız çocuğu içinde ailesinin, komşularının, siyasilerin olduğu bir suç çemberi içinde öldürüldü. Günlerce cesedine ulaşılamasın, suç aydınlatılmasın diye pazarlıklar döndü, belli ki dönmüş de küçücük köyde 19 gün boyunca Narin’e dair bir ize ulaşılamadı. Narin o kadar küçük, o kadar masum ve o kadar sevimli bir kız çocuğu ki, ülke yine yangın yeri. Bu korkunç olaylar bütünü üzerinden üstünde düşünmemiz, kendimizle ilgili sorgulamamız ve değiştirmemiz gereken çok şey var. Üstünde biraz konuşalım isterim.
Önce şu kutsal aile masalını bir kenara bırakalım. Narin’in öldürülmesi sonrasında gözaltına alınanların çoğu ailesinin bir parçası. Patriarkal düzen aileyi kutsallaştırır. Muhafazakar temayülde aile değerleri her şeyin önünde gelir, aile üyeleri en çok saygı ve hürmeti hak eder. Hak edilmediği halde atanmış bu iktidar çoğu zaman bu aileleri birer suç örgütüne dönüştürür. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu her sene “kadınları kim öldürüyor” verisi yayınlıyor. Açın bakın. Kadınları öldürenler kocaları, eski kocaları, babaları, erkek kardeşleri. Bu ülkede töre saikiyle işlenen cinayetlerin ağırlaştırılmış ceza alması çok yeni. Aile kutsal değil. Değerli olan aileyi korumak değil, insanı korumak. Aileyi kutsallaştırmayı bırakıp bireyi öncelediğimizde Narin’leri de korumak adına adım atmış oluruz.
Ailelerin suç örgütüne dönüşmesi bu kadar mümkünken, sadece ailesiz çocukların değil ailesi olan çocukların da devlet koruması altına alınması gerekir bazen. Şiddet çoğu zaman içeriden gelir. Ben küçükken çocukların ekranda nelere maruz kaldıkları çok önemsenmezdi ve bizler Yeşilçam filmleriyle büyüdük. Ben o filmlerde izlediklerim vesilesiyle inşaatların üzerinde yazan “inşaata girmek tehlikeli ve yasaktır” uyarısındaki “tehlike”nin inşaatlarda tecavüze uğrama tehlikesini kastettiğini sanırdım. Tecavüz faillerinin tanımadığımız yabancılar olduklarını düşünürdüm. Oysa çocuk istismarı üzerine çalışan sivil toplum örgütlerinde avukatlık yaptığım dönemde gördüm ki çocuk istismarı çok çok nadiren çocukların tanımadığı insanlar tarafından işlenir. Üstelik bunun belli bir coğrafyası, belli bir şehri de yok sanılanın aksine. Bu ülkenin batısı da böyle, doğusu da.
En büyük sorun cezasızlık. Herhangi bir davranış değişikliğini sağlamanın yolu basittir: Bedel ödetmek. Yanlış davranış bir kişinin hayatında olumsuz bir netice doğurmuyorsa, davranışı değiştirme motivasyonu da olmaz. Ortada bir kusurlu tutum varsa ve bu tutumun değişmesini istiyorsanız, yaptırım uygularsınız. Bu yaptırımın suçla orantılı ve caydırıcı olması evrensel hukukun bir temelidir. Yeterince parası veya kimi mevkilerde tanıdığı olanların hak ettiği cezayı almadığı bir toplumun adaleti tecelli etmesi de suçların önüne geçmesi de mümkün değildir. Bizim ceza hukukumuzda bir eksiklik yok, uygulanmasında eksiklik var. Feminist örgütlerin “kanunları uygula” diye bas bas bağırması tam da bu yüzden.
Buradan toplumda infial yaratan her suç sonrasında hemen ortaya çıkan #idamistiyoruz saçmalığına bağlamak isterim. 2024 yılındayız. İdam cinayettir. Devletin görevi insanları öldürmek değil, yaşatmaktır. İdamın geri dönüşü olmaz. İdamın olmadığı mevcut düzende kimlerin senelerdir iddianame bile düzenlenmeden tutuklu yargılanıp kimlerin onca şehir kamerasına rağmen bir türlü bulunamadığına, bulunsa bile tutuksuz yargılandığına, yargılansa bile beraat ettiğine bir bakarsanız; olası bir idam düzenlemesinde kimleri asacaklarını da anlamanız zor olmaz. İdam istemek vicdan rahatlatıyor olsa da doğruya tutunmak ve adalet istemek zorundayız.
Konuşmak zorundayız. Ses çıkarmak zorundayız. Melek kanatlı fotoğraflarla romantizm pompalamak yerine öfkemizi canlı tutmak zorundayız. Biz bu kadar ses çıkarmış olmasaydık, haberimiz bile olmadan “kaybolan” çocuklardan biri olacaktı Narin. Bugün seneler önce intihar ettiği söylenen ablasına dair dosyanın dahi yeniden açılması söz konusuysa, kamuoyu ilgisinden ötürü. Gazetecilik tam da bu yüzden demokrasi ve adalet için çok kritik bir meslek.
İçimiz yangın yeriyken bu yangının kuvvetini faydaya dönüştürmemiz lazım. İstanbul Sözleşmesi’nden bir çırpıda çıkılan şu ortamda bangır bangır Lanzorette Sözleşmesi’ni savunmak zorundayız. Evlilik adı altında çocukların istismar edilmesini savunanlar karşısında çocukların tarafında olmak zorundayız. Kız çocuklarına gelinlikten başka hayal bırakmayan ve katledilmiş bir çocuğun cenazesine duvak getirmekten imtina etmeyenlerin karşısında dimdik durmak zorundayız.
YORUMLAR