Yeni demlediğim çaydan bir bardak doldurup geçtim camın kenarına, her sabah yaptığım gibi. Açtım tüm pencereleri oturma odasındaki. Yazları 48 dereceyi gören bir memlekette, Temmuz'un son demlerini yaşıyoruz. Haliyle bir yaprak bile kıpırdamıyor denir ya, o raddedeyiz. Gerçi pek dikili ağaç olmadığı için yaprakların kıpırdayıp kıpırdamadığını hassas tüllerimden anlıyorum. İncecik tüller, kolalanmış gibi dimdik durup, günün çekilmez, bunaltıcı sıcaklığını haberdar ediyorlar. Belki de bana öyle geliyor. Bilemiyorum. Belki bir tülün hareketine çok fazla anlam katıyorumdur.


Abartmayı severim ben. Her şeyde uygularım bu politikamı. Çocuklar küçükken de böyleydim. En ufak bir düşmelerinde panikler kırık çıkık var mı diye kontrol ederdim. Daha sonra küçük sıyrıkları görür derin bir nefes alırdım. Gider üf olan yaralarından öperdim. Çocukluk işte, o anda tüm acılarını unutur, biraz önce ortalığı ayağa kaldıran kendileri değil gibi davranırlardı. Geceleri gizlice odalarına gider nefes alıyorlar mı diye kontrol ederdim. O kadar abartılarla doluydum.


Birisini sevince çok sever, hata kontenjanlarını sonuna kadar kullandıttırırdım, hoşçakallardan önce. Gittiğim bakkallar, üst kattaki komşumun gürültüsü bile bu duruma dahildi. Bazen de sevip sevmediğim belli olmazdı. Aslında anlamazdım. Çünkü karşı cinsten birini sevmek neydi bilmedim. Sevince ne oluyordu ki? Anlamadım. Sırf karşımdakini kırmamak için bile küçücük yaşta evlenmek gibi bir hata yaptım.


Aslında 30 yaşına kadar yoktu evlilik lügatımda benim. Özgürlüğü severdim ben. Gezip tozmayı, kendim olmayı, futbol oynamayı, kardeşlerimle kıyafet kavgası yapmayı... Derken hopppp... Buldum kendimi başka bir evde. Benim evimmiş meğerse, öyle dediler ama öyle hissettirmediler. Hiçbir gününde, hiçbir dakikasında. Sonra aldım bebelerimi kucağıma. Ya emzirdim ya 9 ay boyunca yollarını gözledim. Bak onlar da büyüdüler işte. Aslında beraber büyüdük. Birçok şeyi tüketene kadar bekledim, sustum onlarla beraber. Sonra o kontenjanı tükettim. Bir baktım ki kendimi de tüketmişim aslında. Dedim ya abartıyı seviyorum ben, gitttiği yere kadar götürüyorum her şeyi. İtekliyorum kendimi. Ama onu tüketince de tam tüketiyorum. Görmüyor gözüm bir şeyi. Kararıyor her taraf. Bir düşüneceğime 5 düşündüğüm halde bitiriyorum bir kalemde. Çünkü 5 değil de 5000 düşünmüş buluyorum kendimi.


Aslında bir tohum gibi oluyorum. Ölüp, toprağa gömülüyorum. Ama orada bitirmiyorum hiçbir şeyi, kendimi... Tam tersi. Yeni bir ben doğuyorum. Tohum misali. Yeşeriyorum. Bu sefer sevgiyi kendim üretiyorum. Oksijen tüketmek yerine, oksijen üretiyorum yani. Seviyorum. Önce EVİMDEKİ bebelerimi, sonra kendimi, etrafımdakileri. Abartarak seviyorum. Abartmak benim işim çünkü. Üzüntüyü de, sevinci de abartıyorum. Ama bu yeniden doğma işini bana bile fazla gelecek bir şekilde abarttığımın farkındayım. İyi ki abartıyorum ama. O ölüşler yeşertiyor yeni beni, düşüşler ellerimdeki üstümdeki tozları silkeleyip yeniden ayağa kalkmamı sağlıyor.


Artık kendi evim var diyorum. İçine birilerinin beni tıkmadığı, yabancıymışım gibi hissettirilmediğim. Bebelerime çok sarıldım diye surat yapılmayan, kendimi unutmamı sağlamayan!!!


Çalışmayı da abartıyorum, erken kalkmayı da. Çabalıyorum çünkü. Çalışmadan duramayanlardanım. O ya da bu iş fark etmiyor. Çalışmak olsun yeter ki!

Gülücükleri, kahkahaları abarttığım bir yuvam var bu abartmalar sonucunda.

İyi ki abartıyorum.

Bak çayı da abarttım. Sabahın köründe beşinci bardağımı aldım. Geçtim yine tülümün bile kıpırdamadığı camımın kenarında. Kalbimdekileri abartmakla meşgulüm.


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.