İnatçılık; bireyin aldığı bir pozisyonu, kararı, tutumu ısrarla muhafaza etme, değiştirmeme davranışıdır. Bir başka deyişle obsesif bir biçimde değişime, yeni ve farklı olana direnmektir. Uzlaşmacı değil, benmerkezci bir tutumdur.
Freud’un anal dönem olarak tanımladığı 2-4 yaş arası dönemde çocuk, haz ve ilgisini dışkılama bölgesine yoğunlaştırır. Dışkısını ve çişini kontrol altına alarak kaslarını da kontrol etmeyi öğrenir. Kas kontrolü sağlandıkça, çocuğun anneye bağımlılığı azalır. Bir nevi özerkliğini kazanır. Erik Erikson’un da kuramında, özerkliğe karşı kuşku ve inanç dönemi olarak tanımladığı bu dönemde ebeveyn tutumlarının belirleyici olduğunu görürüz. Baskıcı ya da aşırı koruyucu davranıldığında, çocuk özerklik geliştiremeyip, tutma davranışına yönelir. Aynı dönem tüm bunlara paralel olarak ortaya çıkan inatlaşma davranışını da pekiştiren işte tam bu baskılara karşı sergilenen ‘tutma’ eylemidir. Yani sabırsız, anlayışsız, baskıcı ve aşırı kontrollü bir ebeveyn davranışıyla karşılaşan çocuk, karşıt tepki olarak tutma davranışı geliştirir. İlerleyen zamanlarda bu tutum kakasını tutmaktan; duygularını içte tutma, nesne biriktirme, bağnazlık, değişime direnç gibi tutumlara evrilir.
Herhangi bir engellenme, çatışma ve baskılanma durumunda; kendini doğrudan ifade etmek ve duygularını sergilemek yerine bir takım imalar, amaca dönük olmayan davranışlar, iletişimi kesintiye uğratmak şeklinde kendisini gösteren pasif agresif davranış biçimleri içerisinde en belirgin olanı inatçılıktır. David Malan buna dair şu berrak betimlemeyi yapmıştır: ‘‘Çocuk öfkesini ifade ettiği için sürekli cezalandırılırsa, öfkelendiği zaman endişe duymaya başlar ve öfkesini ifade etmekten kaçınmanın yollarını öğrenir. Diyelim ki çocuğun öfke deneyiminden ve ifadesinden (be bunların yol açtığı korkutucu sonuçlardan) kaçınmak için tercih ettiği strateji pasiflik ve geri çekilme olsun. Bir süre sonra bu pozisyona o denli kendiliğinden gelmeye başlar ki, artık içinde öfke hissettiğini kendi bile fark etmez. Hissin kendisinin yerini savunma şekli alır ve bu da pasif agresif ya da çekinik davranışlar sergilemesine sebep olup, gelecekte kuracağı ilişkilerin tamamını etkileyebilir.’’ (akt; Phillips A. Kaçırdıklarımız, 2012)
Kültürümüzde boyun eğmek, biat etmek, itaat etmek gibi çağrışımları olan uzlaşma yerine; güç gösterisi namına ne varsa sergilemek tercih edilen bir iletişim biçimidir. İnatlaşmak ise bu güç gösterilerinin en pasif agresif hallerinden biridir. Bu sebeple en sinir bozucucusu, en çözülemezi, müdahale edilemezidir.
Bireyin en temel ihtiyaçlarından olan ve maalesef tamamen uzağında olduğumuz spontanite, yaratıcılık ve eylem kavramları, içeriğinde bireyin önce kendisiyle uzlaşması koşulunu barındırır. Kendisiyle uzlaşabilmeyi başaran birey; yaratıcı bir biçimde eyleme geçebilmeyi, pozisyonunu değiştirebilmeyi, alternatif çözümler üretebilmeyi seçme cesaretine de sahip olacaktır. İnadına değil belki de ‘rağmen’… Her şeye rağmen…
YORUMLAR