Ah, Asiye Abla, siz ne iyi bir insandınız… Evimizde mutluluğun, ekmeğin, sevginin ve paranın giderek bitmeye durduğu günlerde, mutfağımızın penceresinden iple çekerdim türlü türlü yemişlerin kokusunu ve tadını. Ve her seferinde gözlerine far tutulmuş bir tavşan gibi değil; şeytan, bedene bürünüp karşısında belirmiş gibi değil, sevdaya tutulmuş gibi, alnından vurulmuş gibi hiç değil, sadece şaşkınlıkla izlerdim sizin aile saadetinizi.



Sizler efendim, ne kadar mesut insanlardınız belki bu saadeti aslında hiç hak etmiyor olsanız da. Ve sizin evinize uzak diyarlardaki dostlarınızdan mütemadiyen mektup, kart postal ve çeşitli armağanlar gelirdi. Sizin dostlarınız vardı hep hatırlarında yaşadığınız. Ben hep gıpta ederdim size efendim, onca zaman sonra bile hala unutulmamak ne büyük bir erdem, bir bilseniz? Masanızın etrafında hep çiçekler olurdu. Masanız da kalbiniz gibiydi sizin, boş yeri yoktu bir şey daha koyabileceğiniz.



Mütemadiyen gazete girerdi evinize, uzak diyarlardaki dostlarınızdan gelen hasret yüklü mektuplar gibi, lakin içinizde en ufak bir merak, heyecan, korku dahi olmazdı üçüncü sayfalardaki ölen, öldürülen, tecavüz edilen kadınlara ve çocuklara dair. “Yüreğiniz kaldırmazdı” demeyeyim ama bir ak bulut gibi bakir yüreğiniz ezilen, öldürülen insanlığın çığlığına nasıl bu kadar sağır olabiliyor? Eşinizde işitme kaybı var, anlarım. O duymasa, lakin siz, efendim, peki ya siz? Kitab-ı Kur'an demiyor muydu "Bir insanı öldüren, bütün insanları öldürmüştür" diye?

Ah, Asiye, iki elimiz kan içinde aydınlığın ışığına düşe kalka ilerlemiyoruz. Bizim kalbimizi haset bürüdü, artık göremeyiz bir karıncada merhameti. Kimse bize aşık olamaz artık. Yeryüzünün bütün kötülüklerini bir kalbe sığdırdık lakin bir avuç sevgiye yer yok. Ah, Asiye Abla, sizler iyi insanlarsınız, iyi, cahil, dışlanmış, kör, topal ve ezilen insanlarsınız.



Ve o zamana kadar ki, kendi ellerinizle yıkıp putları ve bağrınızdan çekip atarak zincirlerinizi, hayat size Asiye Abla hep güzel, yaşanılası gelecek. Ne güzel, değil mi Asiye Abla, düşünmeden, etmeden yaşamak? Düşünmek var olmak demektir, oysa varı var eden apaçık dememiş midir, Asiye Abla, "Siz hala düşünmez misiniz?" Durup aklınızın ucundan, eski bir sevdiğinizi ansızın hatırlamak gibi, hatırasında bir zaman hülyalara dalmak gibi zihninizin duvarlarına vurmaz mı hiç bu hayatın niçin böyle olduğu? Belki mutluluk, düşünenler için bir zulümdür. Belki de yeryüzünde en çok siz hak ediyorsunuz mutluluğu Asiye Abla?


Ben sizi ilk göz ağrım gibi severim Asiye ama sevgi, hakikati görmeye mani değil ya? Küçük kızınız, isterim, daha güzel, daha mutlu bir hayat yaşasın ve benimle yaşasın. Siz bilmezsiniz Asiye Abla, ben onu pek severim, benim sevdamı hakir görmeyin.



Onunla eskiden de pek konuşmazdık, ağzımdan dökülecek sanırdım bir sel gibi kelimeler ama nasıl kızgın aleve tutulmuş gibi al al olurdu yanaklarım ve o an orada dünyanın geri kalanından habersiz, tatlı günahlar işlerdik. Gözleri bir umman gibi içime akardı ve ben bir yudumda içerdim dudaklarını. Benim taştan yontulmuş ellerim onun gül cemalini acıtmasın diye değmeye kıyamazdım, bir kar tanesi gibi erirdim yanında kızınızın. Allah onu sevdiğine bağışlasın, beni de. Sonra sizin bu hakikati görmemeye and içmiş gözlerinize, birdenbire dört başı mamur bir at gibi nefret hücum eyledi, artık nefes almasını dahi çok gördünüz benim güzel yârimin. Ve mahpus ettiniz onu evinize ta ki biri istemeye gelir de alır diye. Çünkü siz sandınız o kirlidir, kan bürümüştür bakir tenini kızınızın ve ölümden başka hiçbir şey temizleyemezdi bu ayıbı. Ölse de kurtulamazdınız, insanlar biliyorlardı çünkü, gerçi insanlar mütemadiyen her şeyi bilirlerdi ama olsun. İnsanlar hep birden bir karara vardılar ve dediler ki “Artık Asiye'nin küçük kızından kimseye yar olmaz.”



Ve dediler ki bunu cezası ölümdür, Onun kirli bedenini toprak kabul etmez lakin emir böyledir. Sizi suçlamıyorum, Asiye Abla, siz dersiniz ki “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” lakin onun başını eski zaman demircileri gibi kızgın ateşte döve döve canını almak benim haddim de değil. Ama yılan size dokunmuyor, sizin içinizde Asiye Abla. Siz öldürdünüz kızınızı, benim güzel yârimi. Diri diri gömdünüz toprağa ve avuçlarınızla taşıdınız mezarına kumları.


Ah, Asiye Abla, sandınız ki Tanrı'nın bir emiri gibi uyarsam dediklerine diğerlerinin, bir kuş tüyü gibi hafifler sırtımdaki yük ve ben de mesut olurum. Ve sandınız ki kan, merhemi olabilir ateşin. Artık nihayete erer de kurtulursunuz üzerindeki utançtan. Sizler iyi insanlardınız, Asiye Abla. Tanrı sizin yalnızca günahlarınızı değil, cehaletinizi ve köleliğinizi de bağışlasın lakin ben kendi hesabıma komşuluk hakkımdan vazgeçmeyeceğim.

Sefa Taşkın

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.