Modernleşen dünyanın en büyük problemlerinden biri, insanların kendi kabuğuna çekilmesi, bireyselleşmesi, yalnızlaşması. “Başkaları olmadan da ayakta kalabilirsin,” “Sen tek başına güçlüsün ve yeterlisin,” “Kimseye ihtiyacın yok” tarzında kişisel gelişim telkinleri ve “bireyselleşmeyi” yücelten yaklaşımlar, insan ruhunda açılan yaraları iyileştirmekten çok uzak. Sistemlerin, aile yapısını ayakta tutmak, boşanmaların önüne geçmek için uyguladıkları yaptırımların tümü “çekirdek aile” yapısını korumaya yönelik. Oysa esas mağduriyeti yaratan ve özellikle de kadın ve çocukları olumsuz etkileyen bir sistem, çekirdek aile sistemi. Dr. Bruce Perry, “Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk” kitabında “Bizler memeli hayvanlarız, o yüzden de derinden ilişkili ve birbirine bağlı insan teması olmadan hiçbirimiz hayatta kalamazdık. İşin gerçeği, sevilmiş olmadan ve sevilmeden kendinizi sevemezsiniz. Sevme kapasitesi tek başınalıkla inşa edilemez” diye belirtiyor.
Günümüzde çocuklar eğer şanslılarsa anneleriyle dört duvar arasında büyüyorlar. Yok, eğer o şansa sahip değillerse de hiç tanımadıkları, hatta çoğu zaman dilini bile bilmedikleri bir bakıcı ile dört duvar arasında büyüyorlar. Otizm, reaktif bağlanma bozukluğu, dikkat eksikliği ve hiperaktivite, uyaran eksikliği, konuşma gecikmesi gibi artık sıklıkla duyduğumuz birçok problemin kaynağı, bu yaşam biçimi.
“Bir çocuk büyütmek için bir köy gerekir” diyen Afrikalıları, primatolog ve evrimsel teorisyen Sarah Blaffer Hrdy şöyle destekliyor: “Bizler, annelerin çok daha fazla sosyal desteğe sahip olduğu bir bağlamda evrim geçirdik. Bebeklerin, insan potansiyellerini eksiksiz biçimde gerçekleştirebilmesi için bu sosyal birlikteliğe ihtiyacı vardır.”
Çocuğuna yukarıda bahsi geçen tanılardan biri konduktan sonra dünyası başına yıkılan annelerin hemen hepsinin benzer yaşantı süreçlerinden geçtiğine tanıklık ediyoruz. Çok yoğun çalışmak zorunda olan baba, eve geç saatlerde ve yorgun olarak geldiğinden eline kumandayı ya da telefonunu alarak kanepeye uzanır. Tüm gün çocuğunu görmediği halde onunla oynamaya, vakit geçirmeye hali yoktur. Evin tüm yapılması zorunlu işlerini, yüzde yüz ilgi bekleyen bir bebekle yapmaya çalışan anne, akşam bir soluk alabilmek için eşinin yolunu gözler. Gün içerisinde ona nefes aldıracak bir akrabası, arkadaşı, komşusu olmayan anne, eve o halde gelen eşinden herhangi bir talepte bulunma hakkını da kendinde görmez. Eşler arasında kapanması çok zor uçurumlar oluşmaya başlar. Farkında olarak ya da olmayarak depresyona giren anne, giderek içine kapanır, huzursuzlaşır. Bu esnada bebeğini de görmezden gelmeye, iletişim, temas gibi ihtiyaçlarına cevap verememeye başlar. Annesinin huzursuzluğunu sünger gibi çeken bebek de giderek huzursuzlaşmaya başlar. Uyku, yemek, oyun düzeni bozulmaya ve problem davranışlar sergilemeye başlar. Kendine bir anlık mola alabilmek ya da bebeğe yaptırmakta zorlandığı şeyleri yaptırabilmek adına anne “ekran” yardımına başvurur. Ekranla birkaç kez ilişki kuran bebek, bir süre sonra ekran olmadan hiçbir şey yapmamaya başlar. Giderek göz kontağı kurmamaya ve iletişim becerilerini terk etmeye başlayan bebek, kendine ait bir dünya yaratır ve orda yaşamaya başlar; ta ki anne baba tehlikeyi fark edip, bir uzman desteği almaya karar verinceye kadar.
Çekirdek hayatlar üç aşağı beş yukarı bu şekilde akıp giderken, bireyler sosyalleşmenin ve yardımlaşmanın da yollarını sanal biçimde aramaya devam ediyorlar. Adına ister geniş aile, ister komünal toplum, istersek de köy diyelim. Hepimizin ihtiyaç duyduğu terapötik unsur, insan bağlarında, dayanışmada, işbirliğinde ve daha çok temasta.
Esen Acarer Kahya
YORUMLAR