İyi bir hikaye anlatıcısı
Başucumda uzun zamandır bir kitap duruyor. Deniz Kenarında Geyikler. Alman yazar Ralf Rothmann’ın öykü kitabı. Bu kadar zamandır beklemesini gerektirecek kadar kalın bir kitap değil ama biraz keyifsizliğime çatmış olmasından, biraz da her gece uyku öncesi masal niyetine bir öykü okuyup öyle uyuyayım dememden ötürü bir nefeste okunup bitemedi.
“Hikayeleri hikaye yapan nedir? Macera mı, entrika mı, sansasyon mu? RalfRothmann öyle olmadığını kanıtlıyor. Hayatın sıradan olaylarının içinde olmadık çatlaklar, kırılmalar, arızalar var. Süprizler, mucizeler, tesadüfler var. Sıradan hayatlar yaşayan sıradan kişilerin onlardan hiç ummayacağımız tuhaflıkları, sıkıntıları, kahramanlıkları var. Hiçbir şey ilk anda göründüğü gibi değil. Demek ki iyi bir hikaye anlatıcısı bize kimsenin bilmediğini anlatabilir, bu mat yüzeyin ardında olup bitenleri, varlığın ışıltısını gösterebilir.”
Böyle yazıyor kitabın arka kapağında. İçindeki tüm öyküleri okumadım ama okuduklarımdan bile daha fazla bu satırlar beni düşündürdü. Bu kitabı bana aldıran da bu arka kapak yazısı olmuştu zira. Sihirbazlardan bahseden her şey ilgimi çekebilir çünkü. Evet, iyi bir hikaye anlatıcısından daha ‘gerçek’ bir sihirbaz tanımıyorum. “Kimsenin bilmediğini anlatabilir, bu mat yüzeyin ardında olup bitenleri, varlığın ışıltısını gösterebilir.” Bir kutuya hapsolmuş kadını ortadan ikiye bölmekten daha büyük sihirbazlık nasıl olabilir ki derseniz, kutunun içindeki o kadının ortadan ikiye bölünmesi gerekiyorsa bunu da yine en iyi bir hikaye anlatıcısı yapar diye cevap veririm size.
Çok iyi bir hikaye anlatıcısı olsaydım (olduğumu rivayet edenlerin sesini burda azıcık kısalım) kağıda çizdiği masalda incecik bir limon diliminden güneş yapan, bir avcuna gökyüzünü, bir avcuna denizleri sığdırmayı başaran bir adamın hikayesini anlatırdım. Yine amma abarttın, gökyüzü avuca nasıl sığar derseniz, mübalağanın bizzat hayatın içinden geldiğini hatırlatır, sonra da derim ki sen hiç avucuna gökyüzü çizmeyi denedin mi?
Çok iyi bir hikaye anlatıcısı olsaydım, yuvasına her girdiğimde önüme koyduğu çayı da, kahveyi de önce kalbiyle ısıtan bir kadının hikayesini anlatmak isterdim. Ve şu kış gününde isterdim ki onun, bir kenara istiflenmiş odun gördüğü her an, Sinop’un karında bir lise öğrencisi olarak arkadaşıyla paylaştığı evde odunsuz kalınca nasıl üşüdüklerini ve uzaklardaki babasının ayarlayıp kapılarına yığdırttığı bir el arabası odunla yaşadığı mutluluğu hatırlayışını anlatayım. Ama öyle bir anlatayım ki gözlerindeki tüm duygular da düşsün avuçlarınıza. Soğuğu görün, sevince dokunun.
Ve çok iyi bir hikaye anlatıcısı olsaydım, ilk kavuşma anındaki sarılmanın hikayesini anlatırdım size. Sarılmak, bir eylem değil, ete kemiğe bürünmüş bir insan gibi… Ve öyle bir sarılmak ki, bütün geçmişi, geleceği, sözü, sessizliği, hissi, düşünceyi o kocaman temasla aktarabildiğin.
Varlığın ışıltısını gösterebilen tüm iyi hikaye anlatıcılarına…
YORUMLAR