Sizi Selim balıkçıyla tanıştırayım!
Zaman zaman minik arkadaşlarımdan bahsederim size. Onlardan biri, Defne, minik kitap kurdumuz, büyüklerin sohbetlerinde sofrada olmaya, muhabbete katılmaya bayılır. Ve ara ara tüm şirinliği ile gelip “hadi, benim de katılabileceğim bir şeylerden konuşalım, mesela kitaplardan bahsedelim” der. Ben tabi mest! Bu yazıda ben de Defne’lik yapıp aynı şeyi söylemek istiyorum size: hadi biraz kitaplardan bahsedelim!
Son zamanlarda o kadar doyumsuz kitaplar geçti ki elimden, yıllardır dolapta kullanılmamaktan kararmış gümüşleri parlatırcasına parıldadı okuma zevkim. Lakin baştan şuraya bir şerh koymadan devam etmeyeyim. Biliyorsunuz bu konular sübjektiftir. Zevkler ve renkler tartışılmaz. Önerilen her kitabı önce biraz elde karıştırmakta fayda var.
Çok sevdiğim öykücü ve öyküler olmakla birlikte ben tereddütsüz romancıyım. Upuzun bir hikayede günlerce dolanmayı, karakterleriyle kahvaltı edip çay kahve içmeyi, hepsini hayatımın içinden bir insan kılmayı çok severim. Kalbin gerçekten sevgiyle alakalı bir organ olduğunu bir, geçmişteki bir ayrılık acısı hissettirmiştir bana, bir de kitaplar. İyi kurgulanmış upuzun bir hikayeye kapılıp gitmek doyumsuz bir edebi hazdır. Kitabı günlerce bir uzvun gibi taşırsın elinde.
Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi, İnce Memed, Dağın Öte Yüzü; Vedat Türkali’nin Güven; Asimov’un Vakıf serisi ilk aklıma gelen bin sayfa civarındaki doyumsuz romanlardır. Son zamanlarda da uzunluk olarak olmasa da nitelik açısından benzer edebi hazları duyduğum romanlardı okuduklarım.
Bir kere yine Yaşar Kemal var içlerinde. İki yılı geçti, araya farklı şeyler de serpiştirerek Yaşar Kemal okuyorum, daha önce okuduklarım, okumadıklarım ayrımı yapmadan. Geçenlerde yaptığım bir İzmir seyahatinden benimle birlikte eve döndü Deniz Küstü. Yaşar Kemal’in, bozulan, çürüyen, talan edilen İstanbul’u ama asıl denizi ve deniz insanlarını anlattığı romanı… Şundan bir kere daha emin oldum ki, Çukurova’yı, dağları, dağ insanlarını, yörükleri romanlar boyu nakış nakış işlemiş olsa da benim için en çok denizi anlatmaya başladığında devleşiyor. Sosyal medyada severek takip ettiğim bir arkadaşım “Ben Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi kitaplarındaki balık kokusunu gerçek hayatta bile almadım.” demişti de – umarım cümlesini buraya aldığım için kızmaz – hissettiğim duyguyu yüzde yüz anlatan bir cümle olduğunu düşünmüştüm.
Deniz Küstü de böyle bir roman işte. Nasıl Vasili’yi, Nişancı Veli’yi hiç unutmadıysak, daha ilk sayfadan hayatımıza giren Selim balıkçıyı da unutmuyoruz. Onun balıklarla ama en çok da yunuslarla kurduğu muazzam ilişki, doğaya, insana, çevresine saygısı ve pek tabi ki vicdanı… Selim balıkçı gibi bir adama aşık olmak isterdim dedim romanın bir yerinde. Merhametli ve vicdan sahibi bir adam, üstelik de değme hassas, dirayeti kadar yıkılması da derinden… Varsın üzüntüden denizlere atsın kendini, bu zamanda gerçekten ta ciğerinden üzülebilen insanın kıymetini de bilmeyeceksek… Çok sevebildiğindendir bir insanın çok üzülmesi, çok gülebilmesindendir çok ağlaması.
Diğer kitaplardan bahsetmek de başka bir yazıya kalsın madem. Daha çok dört duvar arasında geçecek mevsimler önümüzde. Yine en çok ihtiyacımız olan kitaplar…
YORUMLAR