Ağaç kovuğu
İki senedir yaşadığım evimde kendimi ilk günden beri hep bir parça misafir olarak görmüşümdür. İlk tanıştığımız gün kapısından bahçeye adımımı attığımda ağaçlardı beni ilk karşılayan. Duvarları, balkonu, her yanı ağaçlar sarmıştı. İki limon, iki portakal, iki nar, bir erik, kocaman bir japon gülü, begonviller, mineler, yaseminler… Ağaçtan, yeşilden adım atılacak yer yoktu desem yeridir.
Ayağı toprağa basmayı seven, ağaçların arasına masa atmayı, sofralar kurmayı hayal eden biri olduğumdan zaman içinde budamalarla, yer değiştirmelerle ortalığı biraz toparlasam da o gür ağaçlı dört duvara meftun olmuştum daha o ilk günden. O yüzdendir ki o gün bugündür bir ağaç kovuğunda yaşar gibi hissederim kendimi. Posta adresimin bile eklerim sonuna ağaç kovuğu diye. Ufak yer malum, postacım tanıdık. Adrese bakmıyor bile. İsmimi gördü mü gelip atar zarflarımı kutuya. Kimsenin de dikkatini çekmiyor haliyle. Ama benim hoşuma gidiyor gelen mektupların, kartların üzerinde “Ağaç kovuğu” yazısını görmek. Mesele de bu değil mi zaten: benim hoşuma gitmesi…
Ağaçların hepsi – benim geldikten sonra diktiğim mandalina hariç – eski ve köklü ağaçlar. Ev de yeni değil, ağaçlar da. Onlardan sonra gelmiş olmamdan ötürü kendimi hep bir parça misafir hissetmişimdir. Bizden büyük ve eski olan herşeye hürmet etmek bir görgüyse, insandan daha çok ağaçların bunu haketmediğini kim söyleyebilir? Bir sürü şeyi kızılderililerin bizden daha iyi bildiğine inandığım gibi bu konuda da onların ağaçlarla ve aslında tüm doğayla kurdukları kadim ilişkinin kuvvetine hayranlığım sonsuz. İnsanlık zamanla evrenle kurduğu ilişkideki mekanik bilgileri çok geliştirmiş, lakin ruhsal bağlarını söküp atmış. O yüzden bir ağaca dokunduğunda onun ne demek istediğini anlayabilenimiz kalmadı artık.
Burada kaybedilen bir şeyler olduğunun farkına varıp yeniden bunları keşfetmeye çalışan bizler bile ancak el yordamıyla hareket edebiliyoruz. Okumak, araştırmak, incelemek kadar önemli olan bir şey varsa o da öğrencilik. Kendimi bu doğal akışa teslim ettiğimden beri en kıymetli bilgim, doğaya olan öğrenciliğim oldu. Bırakıyorum kendimi beni eğitsin diye. Zarar da verebiliyorum arada üstelik. Ama kırıp dökmeden yürümeyi bile başaramıyor ki insanoğlu.
Geçen yıl nasıl budamam gerektiğini bilmediğim koca bir nar ağacını biraz aşırıya kaçmaktan küstürdüm misal. Ne bir tane çiçek açtı, ne bir tebessüm etti. O da nasıl oluyormuş öyle demeyin. Neşeli, mutlu ağacın hali her yerinden belli olur. Yeşilinden gözünü alamaz, rüzgârda sallanan dallarından sevinç dolar, bir bakar, bir daha bakmak istersin. Bir sene küs kaldı nar ağacım benimle. Ama ben dersimi aldım. Şu an dallarından taşan çiçeklerin karşısında yazıyorum bu satırları. Kuşlar dallarının arasında lunaparkta oynayan çocuklar gibi… Mutsuz ağaca kuş bile gelmiyor ki!
Çocukken bir ağaç evim olmasını çok hayal ederdim. Şimdi kökleri toprakta da olsa, ağaçlarla çevrili bir evde yaşıyorum diye soktum kendimi bir çocukluk masalının içine. Gerçek benim, düş benim!
YORUMLAR