Aşevi ruhlu kadınlar
Hamurunu, her gün en az yedi-sekiz kişilik bir ev nüfusuna yemek pişirse de şikayetlenmek bir tarafa en çok mutfakta olduğu saatleri seven bir kadının yoğurduğu çocuktan başka ne çıkacaktı ki? Elbet elinde en çok tutmayı sevdiği şeylerden biri şef bıçağı olacak, patlıcan doğramak en büyük hazlarımdan biri diyeceği garip zevkler edinecekti. Neden patlıcan sorusunun cevabını, doğrarken çıkan sesi çok seviyorum diye verdiği insanların surat ifadelerindeki anlamsızlığa içinden hep kıs kıs gülecekti. Sıradan olmayan, çoğunluğa tuhaf gelen şeylere sempati beslemeyi daha cüce boylu bir veletkenden beri sevmişti.
Bir insanın en güzel hikayesi kendi içinde yaşadığı aslında. Günlük rutinlerin hayhuyunda bunun farkına varabilmenin yegâne yolu yazmak benim için. Hislerini, yaşadıklarını, rutinlerini yazarken üçüncü bir kişi gibi bakabiliyor insan kendisine. Çoğu insan yazmayı edebiyat patlatmak olarak gördüğünden kendi için kalemi almaz eline pek. Halbuki konuşurken cümle kurmayı bilen herkes yazabilir. Tek gerekli olan bir edebiyatçı gibi şahane cümleler kurmak değil, kendine dürüst olmaktır.
Geçen gün günlüğümü karalarken yukarıdaki satırların benzerleri düştü kâğıt üzerine. Mutfakta geçen bir günün ardından yaptıklarımı yazarken bir an aslında anneannemi anlattığım hissine kapıldım. Güzel, garip ve ziyadesiyle gülümseten duygular geldi geçti.
Evet, yaşlandıkça bazı konularda gittikçe anneanneme benzediğimi farkediyorum. Yıllar boyu yemediği şeyleri bile tencere tencere pişirir, ailenin diğer üyelerine, komşulara, mahalleye falan dağıtırdı. Mayhoş şeylere sevdalı, tatlıyla arasında kilometreler olan biri olarak, seven birinin evinde bu kadar kek, muhallebi, reçel pişiyor mudur acaba düşündüm birden.
Şekerle yumurtayı çırpıp hele de bu aralar tüm tatlılara en yakışan mis kokulu çilekleri kek hamurunun üzerine dizerken benden mutlusu yok misal. Hele de fırında karamelize olan çilekler evi bir kokutuyor ki, gece rüyana çilek getirir bilinçaltın. Mis gibi kabarmış keki fırından çıkarır, tam soğumasını bekleyemeden kesiverirsin. İlk iş, yan komşunu yemek değiş tokuşları yaptığınız mandalina ağacının altına çağırmaktır. O gelir kendi bahçesindeki mandalinanın altına, ben gelirim benim bahçedeki portakalın altına. Bu ağaç altı yemek değiş tokuşlarının, dostluğumuzdaki kıymeti ve hikayesi de bir gün kayda alınır elbet.
Anne-babaya, eşe dosta derken bir koca kalıp kek dağıtılarak çoktan sıfıra inmiş, bendeniz bir sonraki tatlının ne olacağı konusunda düşüncelere dalmışımdır. İşte geçen gün farkettim ki tam Gaye Sultan hareketleri bunlar. Yıllar yıllar boyu onun minicik mutfağından koca bir mahalle doymadı mı?
Ailemin aşevi ruhlu kadınlarının bildiğim kadarıyla son ferdi olarak anneannemden aldığım bayrağı hakkıyla devam ettirmek düşer elbet bana. Eline su dökebilmek ne mümkün, lakin hala anneanne-torun karşı karşıya geldiğimizde mutfak üzerine sohbete duruyorsak, bana her defasında yeni öğrendiğim şeyleri detaylı detaylı tarif ettiriyorsa, yıllarca onun elinden doya doya yediğimiz yemekleri şimdi ben ona yaptığımda lezzetinden mest olduğunu görüyorsam, aşevi ruhum sen çok yaşa!
YORUMLAR