Kaybetme korkusu

Bir yazara odaklanıp arka arkaya külliyatından okuma yapmayı çok seviyorum. Sadece bir kitabın dünyasıyla değil, yazarla da daha derinden tanışmak oluyor bu benim için. Biriyle oturup sadece bir bardak çay içmek yerine, günlerce onunla aynı evi paylaşmak gibi.



Bir süredir Stefan Zweig okuyorum. Okuduklarım ve okumadıklarım ayrımı yapmadan, sil baştan, biraz da Zweig’i daha iyi tanımaya çalışarak okuyorum. Kalemi kadar bir insanı ele veren az şey vardır. O yüzden kişinin yazmaya başlaması nasıl bir aşamaysa, yazdıklarını insanlara açması da başka bir aşamadır ve belki birincisinden bile daha fazla cesaret ister.



Az önce Stefan Zweig’le koca bir demlik çay demledik. Daha doğrusu ben demledim, O sehpanın üzerinde beni bekledi. Sabah fırıncı kadının “yeni çıktı bak, nasıl burcu burcu portakal kokuyor” diye biraz da zorla elime sıkıştırdığı çörek de çayın yanına, yetmiş sayfalık bir solukluk sohbete güzel gitti doğrusu. Mevzumuz ‘korku’ydu, haliyle ağzımızın tatlanması da pek iyi oldu.



“Korku” Zweig’in yetmiş sayfalık uzun öyküsü. Bir kadının yaşadığı yasak ilişki sonrasında eşini, ailesini, yaşam koşullarını, hatta sahip olduğu ne varsa hepsini kaybetme korkusu içinde kıvranışı diye özet geçilebilir. Şu hiç şüphesiz ki kaybetme korkusu hayattaki en önemli uyarıcılardan biri. İnsan, bununla sınandığında anlıyor içinde bulunduğunun değerini. Ve bu öykü de, bu hali en etkili anlatan eserlerden biri.



Kaybetmekten korktuğun şeylerin bir listesini yap deseler alt alta yaza yaza en sonunda toplayacağımız maddelerin tamamına yaşam derim. Neyi kaybetmekten korkuyorsak onların tamamından ibaretiz aslında. Sevgiden doğanlar içinde çirkin ördek yavrusu olandır belki korku. Korkmak istemeyiz ama korkarız.



İnsanları sevdiğin için barışı kaybetmekten korkarsın.



Doğayı sevdiğin için talan edilmesinden korkarsın.



Bahçendeki kaplumbağayı sevdiğin için karşı yola geçerken ezilmesinden korkarsın.



O fincanı çok sevdiğin biri hediye ettiği için kırılmasından korkarsın.



Bunca kötülüğün arasında masumiyeti kaybetmekten korkarsın.



Diktiğin cılız bir meyve ağacını ilk fırtınanın gelip kırmasından korkarsın.



Kendi yavrunun da çocukluğu ufacık yaşta elinden alınanlardan olmasından korkarsın.



Kaybetmek gerekmeden farkına varabilmek aslında insana verilmiş bir lütuf. Elbette kullanabilen var, kullanamayan var. Sanat, özellikle de edebiyat, işte bu yüzden çok değerli. İnsanı tecrübe etmediği hallere dahi büründürüp hissettirebildiği, hiç tanışmayacağı insanlarla tanıştırdığı, hiç ayak basmayacağı ülkelere ayak bastırdığı için…



Son bir Zweig önerisi daha yapmadan bitirmeyeyim. Belki tüm dünyada en çok okunmuş çalışmasıdır “Satranç” ama naçizane derim ki “Sabırsız Yürek” okunmadan geçilmiş bir Zweig külliyatı asla tamamlanmış sayılmayacaktır. 20. yüzyılın kendi de kalemi kadar ince ruhlu yazarına selam olsun.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.