Yara bandı
Tertemiz sabun kokan yeni serilmiş bir yatağa girmenin verdiği hissin benzerini yakaladığın ender anlar vardır hayatta. Dümdüz sakin bir denizde mavinin üzerine kendini sırt üstü bırakmak gibi… Sırtını denize, yüzünü gökyüzüne dayarsın. Varlığın iki mavi arasına emanettir.
Gürül gürül yanan bir sobanın dibine bağdaş kurup dumanı tüten çayını avuçlarsın. Ateş, karşında görüp görebileceğin en ahenkli dansını ederken sen, zihninde ne varsa parmaklarının ucuyla bir bir alır, sağına soluna dizersin. Boşalır o zihin. Sıcak, görünmezlik pelerinini giyip gelmiştir, göremediğin kollarıyla kucaklar seni. Uyursun, uyuyabileceğin en huzurlu uykuda.
Ekmek kokusuyla uyanırsın eğer şansın varsa. Çok sevip de yıllarca içememişsin gibi tadarsın çayından o ilk yudumu. Çok eskide kalmış bir zamanlarda yaşamış ama kaybetmiş olduğun o şen, sıcak kahvaltı sofralarından bir izi yakalarsın. Fazla hareket etmez, konuşmazsın ki dağılmasın havadaki his. Sadece hafifçe sağa sola devinir, sandalyene daha sağlam yerleşirsin. Anda yerini sağlamlaştırmaktır niyetin.
Ya da huzurunu birkaç kalem defter, müzik, en sevdiğin birkaç kitapta bulup doldurduğun sırt çantanı arkana geçirir, bir trene binersin. İstikamet içinedir, dışında ne yöne gittiğinden bağımsız… Ortasından geçtiğin tabiat, kasabalar, şehirler, tren yolu kenarlarında kollarını koparcasına trene sallayan çocuklar, başını kenarına dayadığın tren camının içinden belgesel çekerler. Hayatın film şeridi gibi aktığı şahane anlardan biridir o. Karpuz kabuğundan gemiler yapmak gibi tren camından bir sinema perdesi yaratırsın. Sadece bir kez ve sadece senin izleyebileceğin bir filmdir o.
Yıllar sonra bindiğin bisikletin tepesinde rüzgarla yeniden tanışmaktır o ‘his’. Bu yüzden iki tekerine onun adını vermektir. Özgürlük, rüzgarda sınırsızca savrulan saçlarından yayılır tüm bedenine. Yokuş aşağı bir yoldan giderken süratlenişinle uçmanın hazzına en yaklaşabileceğin anın o olduğunu düşünürsün. Rüzgarın burnuna taşıdığı kokulara şükredersin.
Ya da hiç tanımadığın ama hep gitmek istediğin bir şehirde turist olmaktır. Zamanını, zorunluluklar ve sorumluluklardan bağımsız şehir sokaklarının emrine amade sunarsın. Masaları sokağa taşmış bir kafede defterine bir resim karalarsın. Çizgilerden daha çok sözcüklerle anlaşıyorsan onlardan medet umarsın.
Toprak mı, hava mı, su mu, ateş mi? Şifanı hangisinde bulacağının formülü de, mantığı da, izahı da yok. O yukarda söylediğim tertemiz sabun kokan yeni serilmiş bir yatağa uzanmanın verdiği hissi yakalayabileceğin onlarca kıymetli an… Tanımı, şekli, öznenin kişiliğinde saklı.
Hayatın yara bandı haller bunlar. Büyümek, biraz da kucağında kocaman bir ecza dolabıyla dolaşmak demek galiba. Yaranın ne zaman açılıp banda ne zaman ihtiyaç duyulacağı hiç belli olmuyor. Eh, bu durumda yara bandına yatırım yapanlar bir adım önde!
YORUMLAR