Komşudaki Zorba ruhu
İnsanoğlunun mayasında var korku. Dibe vurmaktan, başımıza kötü şeyler gelmesinden ölesiye korkuyoruz. Aslında ne kadarı öğretilmişlik, ne kadarı hakikaten mayamızda var tartışılır. Kuralları belirlenmiş bir toplumsal düzenin içine doğmamış bir insan bu korkulardan nasibini almaz haliyle. Doğanın içinde var olan tek güdü hayatta kalma güdüsü olabilir. Toplumsal bir düzende yaşarken edindiğimiz tüm korkular – param olsun, sigortam olsun vs. – düzenin öğretilerinden ibaret.
Halbuki bazen insanın başına gelebilecek en büyük iyilik dibe vurmaktır. Ortalarda sürekli bocalayıp aynı sorunların etrafında patinaj çekmektense uçuruma yuvarlanmak daha iyidir. Çünkü tekrardan yukarı tırmanmak ve düz yolda arabayı sürmek için çareler arama fırsatı doğmuştur artık. Patinaj çekmeye harcanan enerjiyi tertemiz bir çıkış yolu belirlemek için harcamak zamanıdır. İşte o yüzden dibe vurmak, belki o gün için değil ama yarınlar için olabilecek en büyük iyiliktir. Hem bireysel hem de toplumsal hayatlarımız için de geçerli bu üstelik.
Şimdi insanların, üstelik de bizim gibi sürekli patinaj çeken bir ülkenin vatandaşı olan insanların Yunanistan’ın içinde bulunduğu duruma acıyarak hatta yer yer dalga geçerek bakmasını oldukça trajik buluyorum. Kendi evinin içinde şiddetten parasızlığa bin türlü sıkıntı yaşanırken elinde çekirdeği yan komşudaki karı kocanın boşanması üzerine dedikodu yapıp kikirdeyen kadınlar gibiyiz. Az sonra içeri geçtiğinde kocasından “yine mi patates yemeği” diye tokadı yiyecek belki ama kendi durumu çok iyiymiş gibi acıyor yan komşularına. Belki de mutlu olmak için başka hiçbir yolu kalmamış olduğundan böyle. Başkalarının da ne kadar kötü durumda olduklarına bakıp az da olsa kendi berbat hayatından uzağa kırabiliyor direksiyonu.
Ne zaman eş dostla Yunanistan üzerine kelâm etsek, ne zaman yeni bir haber duysam yaşananlara dair, Aleksi Zorba’nın ruhunu çağırmadan edemiyorum. Yunan edebiyatından insanlığa armağan müthiş bir yaşam öğretisidir nezdimde Zorba. Öğretilmiş bütün yaşam kurallarını hallaç pamuğu gibi atar, insanı omurgasından sallar.
Yazıya oturmadan aldım kitabı yine elime. Belleğimin bir yanında az evvel okuduğum “Yunanistan batıyor” haberleri, elimdeyse binlerce yıllık bir medeniyet yaratıcısı toplumun varoluş destanlarından biri… Yaşam diyor, dans diyor, özgürlük diyor, yürek diyor. Şimdi paranın, kanıyla canıyla ruhuyla yaşayan böylesi köklü bir kültürü yenebileceğine, batırabileceğine inanmam için ölüp tekrar dirilmem lazım benim. O bile yetmez ya, neyse. Paranız batsın ama batmayacak şeyler var, bu kesin.
Emperyalist düzenin kendini özgür sanan insanıyla olağanüstü dalga geçer Zorba. Bu satırları işte tam da bunu anlattığı için alıntılamak istiyorum. Zorba’nın kendisinden daha iyi anlatamam zira.
Patronu ne yapmak istediği konusunda Zorba’yla konuşurken “belki kalırım, belki de seninle gelirim, ben özgürüm” der. Zorba başını sallar “hayır özgür değilsin.”
“Senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden biraz daha uzun sadece, hepsi bu kadar. Senin patron, uzun bir ipin var, gidip geliyor, kendini özgür sanıyorsun.”
“Bir gün koparacağım o ipi” der patronu.
“Güç patron, çok güç! Bunun için delilik gerek, delilik, duyuyor musun? Ya hep ya hiç! Ama sende beyin var ve seni bu yiyecek. Aklın bakkal senin, defter tutuyor, bu kadar verdim, bu kadar aldım; kâr şu kadar, zarar bu kadar diye yazıyor.”
Sırf iplerimiz şu an için Yunanistan’ınkinden azıcık daha uzun diye onların seçtiği bu deliliği anlayamıyoruz. Şimdi tüm dünyanın aklı bakkal defteri. Kârı, zararı toplayıp çıkarıp bu deliliği anlayamıyoruz. Halbuki Zorba’nın da dediği gibi belki de kurtuluşları bu delilik sayesinde olacak. Ya hep ya hiç! Dileyelim ki Yunan halkı uzun yıllardır süren bu berbat emperyalist düzene ve paranın kölesi olmaya karşı “küçük bir köşede oynayan özgürlüğü” bulmuş olsun. Kimbilir belki komşuda pişer, bize de düşer.
YORUMLAR