Toprağa öğrenci olmak

Hayatımın en keyifli zamanları genelde hep öğrenci olduğum zamanlardı. Ama bu daha çok mecburi eğitim değil de seçe isteye okuduğum lisans ve lisansüstü zamanlar için geçerli. Zorla değil, isteyerek yürüdüğün bir yolda her gün yeni bilgilerle çoğalmak, şekillenmek, bir fikre, dünya görüşüne sahip olmak hep güzeldi. Dünyaya merak eden gözlerle bakmanın hazzıyla doluydu damarlar. Lakin hayatımın en güzel öğrenciliğini toprakla kurduğum ilişkide yaşıyorum.



Bir toprak nasıl ekilecek hale getirilir, nasıl işlenir, hangi sebze nasıl ekilir, alması gereken su ve güneş miktarına göre neleri bir arada, neleri ayrı ayrı ekmek gerekir, belleme, çapalama, yükseltilmiş yatak hazırlama, budama… Bitmeyen bir serüven, acemilik diz boyu. Bilgisini ve emeğini paylaşan insanlarım var çok şükür ama en doğru bilgi, tecrübeyle elde ettiğinde yer ediyor insanda.



Bu seneye kadar domates, salatalık, biber, patlıcan haricinde bir şey yetiştirmemiş olan ben, kış sebzelerinde fena çuvalladım misal. Tamamen el yordamıyla, yaz sebzelerine uyguladığım yöntemleri uygulayınca bereketi olmadı bizim minik bostanın. Ne yapmamam gerektiğini çok güzel öğrendiğim en kıymetli tecrübelerden biriydi. Bir tohumun toprağa girişiyle suya, zamana ve yerine nasıl tepki verdiğini izlemek inanılmaz bir tecrübe. Mevzu tohum ve topraksa insanın öğretmenliği ikinci plana düşüyor. “Tohum, tabiatın bilgisinin kayıtlı olduğu kütüphanedir” diyor Seferihisar Doğa Okulu. Topraksa “tohumun bankası”. Öğretmenlikte ilk sıra onların.



Tohumun ve toprağın daha çok içine girdikçe en doğalına, kadim bilginin en saf haline de ulaşmak istiyor insan. Bir sefer “kullan at”lık hibrit tohumların, laboratuvarlarda geliştirilen GDO’lu tohumların verdiği zararı daha iyi kavrıyor. Yerli tohumlar, yüzlerce neslin kadim bilgisini taşıyorlar oysa. Evet yüzlerce neslin. Bir mercimek tohumunun 6000 yıl uyuyabiliyor olması ve sonra toprak/su ikilisiyle buluştuğunda canlanması gerçek bir mucize değildir de nedir?



Oysa… 5553 sayılı yasayla yerli tohum üretip satmak yasak haline geldi. Senelerce coğrafya derslerinde bize öğretilen kendi kendine yetebilen ülke oluşumuz, topraklarımızın bereketi falan… Çok güzel dalga geçiyorlar bizimle. Verimi arttırmak adı altında koca bir yalanla gerçeği kaybediyoruz. Bir sefer “kullan at”lık tohumlar hızlı büyüyüp çabuk mahsul veriyor, doğru, lakin verdikleri mahsullerin tohumları bir işe yaramıyor. “Verim” kelimesini de ne kadar yanlış anladığımız buradan belli. Uzun zamana, on yıllara, yüz yıllara yayılan şeydir verim. Tek bir yılda topraktan alabileceğinin en fazlasını almak değil. Çünkü hibrit tohumlar, bir süre sonra işlenebilir tarafı kalmamacasına toprağın besleyiciliğini de sömürüyor.


Tüm bu sunilik esir alıyor soframızı, anlarımızı, ilişkilerimizi… Değil toprağımız, hikayelerimiz bile tükeniyor. Köyde yaşayan bir arkadaşım anneannesinin minik bez keselerin içine koyduğu tohumları ağaç dallarına asarak sakladığını, her tohuma toprağa ekerken söylenmesi için maniler yazılmış olduğunu çocukluğunun zenginliği olarak anlatıyor bana. Sadece toprağımız değil, renkli çocukluklarımız, hikayelerimiz, masallarımız, manilerimiz tükeniyor.



Neyse ki bu ziyanlığa direnen insanlar ve kurumlar mevcut. Tohum takas etkinlikleriyle ilgilenen ve isteyen insanların yerli tohumlara ulaşması mümkün. 6000 yıl uyuyabilme gücündeki bir varoluşun tüm sahteliklerin üstesinden gelebilmesini diliyorum.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir kadin deyince aklima gelen.. tohuma bez kese dikip.. ona mani soyleme kapasitesi olan insan turu.. bu nasil bir ayrinti guzelligidir...
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.