Kadınlar önce kadınlara lazım!
Çılgın bir lodos fırtınası dün geceden bu yana dövüyor yine dört bir yanı. Güney Ege kışının baş kahramanı bir rüzgar bu. Sabah kalkar kalkmaz demliğin ocaktaki yerini aldığı sabahlardan biri daha. Çay demlenirken bahçeyi kolaçan etmeye çıkıyorum, rüzgarın şiddetinden yardıma ihtiyacı olan çiçekler ve ağaçlar olabilir diye. Bahçeye yeni katıldıklarından köklerini sağlamlaştıramamış olanlar var aralarında. Sorunsuz tamamlanan teftiş sonrası doldurduğum bir bardak çayı avuçlayıp yine bahçeye atıyorum kendimi. Bu sefer bugün yazacaklarımı kafamda toparlamak için. Çamur içinde çimlenmeyi bekleyen toprak, çiçeklenmeye başlayan portakal, aramıza yeni katılan mandalina, daha da güçlenip sağlamlaşsın diye budayıp bir kök, üç beş dal bıraktığımız nar, çuha çiçekleri, Bodrum papatyaları, sardunyalar düzene sokar belki kafamın içindekileri.
Kadınları yazmak istiyorum yine. Hayatta en çok üzüldüğüm konulardan biri olan, en sevdiklerimle bile yeri geldiğinde çata çat kavga ettiğim “kadının kadına düşmanlığı”ndan dem vuruyor yine kafamdakiler. Adam karısını aldatır misal, kadın onu aldatan adamı suçlayacağına yine kadına yöneltir oklarını. “Kadın istemezse olmaz”ı bahane eder kendine. Tıpkı bir tecavüz vakasında kadının dekoltesini hafifletici neden sayanlar gibi. Erkeğin cinsel güdülerini aklının önüne koyan, ona bunu hatalarının maruz görüleceğinin bahanesi olarak aşılayan, kadınıysa hep iffet ve doğruluk timsali olarak öne sürüp, hata yaptığındaysa yargısal ve toplumsal olarak ilk yaftalanacak kişi gibi gören bu zihniyetin vardığı uç nokta, bir tecavüz olayında bile kadına suç payı çıkarmak oluyor işte. Biz kadınlar bile sürekli kendimize ve birbirimize ‘tehlikenin’ hep diğer kadınlarda olduğunu söylerken yaşanan bu vahşetlerin ilk fitilini yakmış olmuyor muyuz sizce de? Senin elinde bir kartopu büyüklüğünde olan ‘masumane’ yargın, yuvarlana yuvarlana büyüyor ve bir erkeğin ağzında “hak etti” cümlesiyle çığ olup kadının üzerine dayak, tecavüz ve ölüm olarak düşüyor.
“Ama o kadar olumsuz cümleler kurmak istemiyorum ki!” diye yazacaktım oysa yazının başlarında bir yerde. Bir kere de kadınların kadınları sevmesinden bahsetmek istiyorum diyecektim. Olumsuzun girizgâhını yapana kadar yazının ortası gelmiş.
“İnsanlar uğursuz addedip sevmiyor, bense tam da bu yüzden daha çok seveceğim” diye kara kedi sahiplenen kadın arkadaşlarımla öğreniyorum daha çok sevmeyi.
Yazdığı mektuplarda çocukluk masallarını okuyup kendi çocukluğuma dokunduğum kadın arkadaşlarımla öğreniyorum daha çok sevmeyi.
Yetiştirdiği arıların balını alırken “sizin besininizi alıyoruz” diye onlardan özür dileyen kadın arkadaşlarımla öğreniyorum daha çok sevmeyi.
Ne hata yaparsam yapayım gönlünü yargılamadan beni dinlemeye açan kadın arkadaşlarım sayesinde öğreniyorum daha çok sevmeyi.
Çok güzel olduğu için kıskanmak yerine ona iltifatlar ederek karşısındaki kadında “güzel”in yanına “mutlu” sıfatını da ekleyebilen kadın arkadaşlarım sayesinde öğreniyorum daha çok sevmeyi.
Güzel olandan, iyiden, sevgiden bahsetmenin enayilikten sayıldığı bir dünyadayız artık. Gard almak, şüphe duymak, mesafe koymak makbul olan. Memleketimde kadınlar sırf kadın oldukları için bunca acıya mahkum ediliyorken sevgide önce hemcinslerinden pozitif ayrımcılığı hak ediyorlar oysa. Hangi toplumda kadın vakası kanayan bir yaraysa en çok o toplumda kadınlar sevmiyor kadınları. Erkeğin bakışına, saygısızlığına, yeri gelince şiddetine temel oluyor. “Kadın kadının kurdudur”la geldiğimiz nokta buysa biraz da tersini denesek…
YORUMLAR