Zeytinin hikayesi

Tül gibi incecik dağılmış bulutların arasından şahane bir güneş doğdu yine önceki sabah. O, hayranı olduğum en büyüleyici ressam. Yattığım yerden güneşin sabahı yine nasıl olağanüstü parlattığını, bulutları nasıl pembe-turuncu boyadığını görsem de yerimden kalkacak gücü bulamadım kendimde. Bir gün önce silktiğim zeytinler sofraya gelmeden önce ağrı, sızı ve yorgunluk olarak yer almışlardı bedenimde ama özellikle kollarımda.



70’lerine varmış teyzelerin, amcaların gık demeden zeytin silkmelerinin yanında benim kol ağrımdan vs. bahsetmem çok abes elbette de, hayata gözlerini açar açmaz zeytin, badem, toprak, bostan görmüş insanlar onlar. Otuzundan sonra betonun yerine toprağı koymaya çalışınca kendinden kırk yaş büyüyün yanında bile eğri büğrü kalıyorsun işte böyle. Alışmak zaman alıyor. Velhasıl bu işler biraz maya işi. Mayasını sonradan katınca hamuru tutturmak nasıl emek, sabır ve beceri istiyorsa insanda da o hesap. Lakin ben çok azimli bir öğrenciyim; ağrı dediğin bir, iki, gerisi iyilik, güzellik...


İnsan emek verip tanıdığından zor vazgeçer. Sevmek en çok, emek vererek tanımaktır çünkü. Yırca Köyü’nde kesilen zeytin ağaçları için gözyaşı döken, ağaçlara çocuğuna sarılır gibi sarılan köylüleri anlamak ve o isyanı paylaşmak için bir zeytin köyünde doğmuş olmak gerekmiyor elbette ama emek vererek, ağacın o ihtişamlı gücüne şahit olarak, ondan beslenerek yaşanan katliamın anlamını hissetmek bir başkaymış, onu anladım.


Yeryüzündeki bütün zeytin ağaçlarının arasında görünmez bir bağ olduğuna inanacağım neredeyse. O gün dokunduğum her ağaçta Yırca’da kesilmiş zeytinlerin görüntüsü çaktı gözümde. İçimden bunu düşünürken başka bir arkadaş benim kafamdan geçirdiğimi sesli söyleyince bunu dedik birbirimize. “Belki de toprağın altından kadim bir güçle bağlıdırlar birbirlerine.”


Kocaman beton binaların arasına dikilen iki ağaçla az da olsa yeşilimiz var diye sevinmek zorunda artık büyük şehir insanı. Ve bunu insanlara düzen diye dayatan para babalarına ağacı, denizi, dereyi, dağı, taşı, toprağı, ormanı anlatmak ne zor! Anlatmak zorunda kalmak ne acı! Hani insanoğlu asırlardır birbirleriyle savaşıyor güç için, para için, iktidar için, anladık ama demek ağacın, toprağın, denizin yaşam hakkı için de savaşmak varmış insanoğlunun makus kaderinde.


Ama yine de inadına biriktirmeli, inadına vazgeçmemeli güzel hikayeleri aktarmaktan. Misal bir bilseler zeytinyağı fabrikası olan köyler nasıl güzel kokuyor bugünlerde. Silkelenen zeytin dallarının çıkardığı sesten şarkı besteleyen köylü gencin yaşam sevincini bir bilseler… Zeytinin altın sarısına dönmüş halini makinelerden akarken gören köylünün yüzündeki inancı bir bilseler… Ömründe zeytin ağacıyla olan tüm ilişkisi, sofrasına gelen zeytini yemekten ibaret olan bir insanın, zeytinin tüm hikayesini öğrenmekten duyduğu coşkuyu bir bilseler…


Üçüncü senedir dahil olduğum ama en çok bu sene taa içinden şahit olduğum güzel bir varoluş hikayesi bu, zeytinin hikayesi… Bugünlerde kimi kime sorsam cevap hep tek:

- Ercan Usta nerde?

- Zeytine gitti.

- Gülbahar nerde?

- Zeytine gitti.

Zeytine gitmek… Al sana fiil gibi fiil! Yeter ki zeytinler gitmesin!

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir zeren'cim çok güzel anlatmışsın canım, selam, sevgiler sana
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.