Çatı katından bildiriyorum!

İki kadın... Bir sahil kasabası... Kumların üstünde bir masa... Yanda şırıl şırıl bir deniz… An, az sonra kurulacak cümleyi daha vurucu kılmak için son sihrini de yapıyor; tüm kasabanın ışıkları bir anda sönüyor. Etraftaki masaların hepsinden aynı anda yükselen hayret, şaşkınlık, sevinç nidaları... Yıldızları nasıl bilirdiniz? Ben artık sandığımız kadar yalnız olmadıklarına yemin edebilirim. Tek sandığımız o yıldızların kalabalığını görebilmek, meğer dipsiz bir karanlıkla mümkünmüş ancak.



Paragrafın başına dönüyorum.



İki kadın... Bir sahil kasabası... Kumların üstünde bir masa... Ve yıldız yağmurunda bir karanlık…



“Böyle kendi halinde bir yaşamın içinde dönenen bir sahil kasabasında, bir gece yarısı, kumların üzerinde oturup geçmişleriyle hesaplaşan iki kadının hikayesi yazılmış mıdır sence daha önce?” diyor biri. Öbürüne, soruya cevap olarak sadece bir gülümsemelik zaman bırakarak ekliyor yine: “Sen yazsana!”


Fikrin güzelliği kalbe yürüyor önce. Gülümseyen yüz cevap veriyor: “Neden olmasın? En azından bu geceyi yazacağım mutlaka!”



Hayır, bu yazı o gecenin hikâyesi değil. Onun için önce biraz ‘dem’ gerekli. Lakin madem bu sayfaya ilkyazımı yazıyorum, hala o gecenin üzerimde dolaşan gölgesi yansısın istedim buraya da.



Söyleyeni unutulan cümlelerden biri geliyor aklıma. “Eş ve ev seçimi aslında bir hayat tarzı seçimidir.” Doğruluğunu teyit için çok da fazla on yıl devirmeye gerek yok aslında şu hayatta. Eşi de, evi de nasıl bir hayat tarzında yaşayacağının göstergesi oluyor insanın. Enerjik, neşeli, karamsar, iyimser, monoton, renkli, doğal, klasik, gezgin, yerleşik, kâşif, evcil…



Bir çatı katından bakıyorum dünyaya bir buçuk senedir. Ege’nin en güney ucundaki bu coğrafyada bulutların balkona inanılmaz derecedeki yakın geçişlerinden, gökyüzünün yere daha yakın olduğuna neredeyse yemin edebileceğim bir çatı katından…



Otuzlarının başında, ilk kez kendi tercih ettiği bir evde, kendi tercih ettiği bir coğrafyada, kendi tercih ettiği basitlikte ve özgür bir yerleşiklikte yaşarken gerçekten anlıyorum ki evet, ev bir yaşam tarzı seçimidir.



Balkonunda oturup kitap okurken sayfanın arasından geçen bulutları ayraç yapabildiğin; dolunaylı gecelerde balkonda oturmuş film izlerken ayın kendisine de bir bilet ısmarladığın; kışı sert geçmeyen bu ilkimin serin gecelerinde ocaktan hiç inmeyen çaydanlığın buharıyla elli metrekarelik evi ısıtabildiğin; gelen dostların, misafirlerin, konforlu, geniş, rahat odalara değil, salonda yan yana dizilmiş çek-yatlara, balkona atılmış, yıldızların altındaki açılır kapanır yataklara evet demek zorunda kaldıkları; çatıkatını çatıkatı yapan eğimli tavanlar yüzünden, özellikle de ilk zamanlar onlarca beyin hücreni öldürdüğün; yine aynı sebepten, hep boyundan bile ufak dolaplara sığmak zorunda kaldığın; kitaplarını duvardan duvara kocaman kitaplıklara değil, üst üste üst üste masaların üzerine dizdiğin; sadece üçüncü katta olsan da yeryüzüne hep bulutların mesafesinden bakar gibi hissettiğin bir yaşam tarzı…



Aslında ufacık bir çatı katında yaşamanın ne demek olduğunu son derece naif bir hikâyeyle, yüreğinizi yoğura yoğura anlatan sımsıcak bir roman da vardır. İsmi Çatı katı Âşıkları, yazarı Şükran Yiğit. Varsa okunacakları not aldığınız bir defteriniz, tavsiyemdir yazın bir köşesine. Sonbaharın ya da kışın ilk yağmurlarını yakaladığınız serin günlerde, evdeki çay stoklarını da sağlamlaştırıp kurulun bir koltuğa ve öyle okuyun. Her kitabın, uyulursa hazzını katlayacağına inandığım bir ritüeli vardır ki bence Çatı katı Âşıkları’nınki tereddütsüz budur. İnsana kalkıp yeniden ve yeniden çay demlettiren bir roman…



İşte tüm bunlar yüzünden burada da ÇATI KATI’yız. Yeryüzüne hep bulutların hizasından bakabilmek için…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.