Adını koymak

Çocukluğumdan beri dinlerim içimi. Belli olaylar karşısında kendimi suçlama eğilimim, insanların duygularını hangi davranışlarımın tetiklediğini görmeme, sebep sonuç ilişkisini anlamama, sonra da kendi içime bakmama neden oldu. Eh en azından bu işe yaradı diyelim.


18 yaşımda ÖSS'nin üzerimdeki inanılmaz baskısı altında dayanamamış ve o anki duygularımın, acılarımın, sıkışmışlığımın nedenlerini çocukluğumda aramaya başlamıştım. On yıl kadar bu arayış devam etti. Elimde nedenler ve sonuçlar birikti. Annemin şu yaptığı bana şöyle yaptırıyordu. Babamın şöyle dediği bana kendimi böyle hissettiriyordu. Kültürün şu öğrettiği beni buna inandırıyordu. Asım şöyle deyince beni tetikliyordu...


Sayısız neden... Sayısız sonuç, duygu, yara, problem.


Yarayı, tetikleyicisini bilmek çoğunlukla aydınlatıcı ve rahatlatıcı olsa da çözüme götürmüyor. On yıl kadar oralarda öfkeyle dolanmamdan belli. "O bana bunu yaptı, şu bana şunu dedi" ancak öfke doğuruyor. Bu öfkenin işlevsiz olduğunu düşünmüyorum. Bilakis... Sınır koymayı, hayır demeyi öğretiyor kırıp dökse bile ama kök nedeni çözmüyor.


Kök neden deyince insan başlangıçtaki tetikleyiciye gidiyor her zaman. Oysa o sadece tetikleyici... Tetikleyiciye kapılırsam hep olaylar etrafında kalıyorum. Değiştiremeyeceğim bir geçmiş ve değiştirmeyeceğim insanlar arasında sıkışmış hissediyorum. Kontrolcülük, şifalanmada hiçbir işe yaramayan bir saplantı. Başkalarının değişmesini istemek de onun bir parçası.


27 yaşındayken bende asıl değişim yaratan şey yaranın "adını koymak" oldu. Ya da "kök inancı" bulmak diyebilirim ama "kök nedeni" değil... Sanıyorum, kök neden kavramı bana daha çok yukarıda bahsettiğim tetiklenme nedenlerini çağrıştırıyor. Yüzeydeki duygu tetikleyicilerini yani... Kök inanç ise bizzat yaranın kendisi... "Annem bana böyle davrandı, ben de o yüzden böyle tepki veriyorum" demek haritanın başlangıç noktası ise, kök inanç labirentin merkezi. Ve oraya varmak gerçek bir yüzleşme gerektiriyor.


"Eşim bana kendimi değersiz hissettiriyor" demek daha kolay çünkü. Ya da "Toplum bana baskı uyguluyor" demek...


"Ben değerimi insanların bana davranışları ile ölçüyorum."


"Ben değersiz olduğuma inanıyorum." (Belli koşulları karşılamazsam, belli şekilde davranmazsam, takdir edilmezsem... Yani değerim göreceli ki bu da değersizlik inancına hizmet ediyor.)


"Ben toplumun beklentilerini karşılamak zorunda olduğumu düşünüyorum, çünkü olduğum gibi davrandığımda sevilmeceğime, kabul görmeyeceğime inanıyorum."


"Ben kendimi sevgiye layık bulmuyorum, kabul etmiyorum" demek ise çok zor...


Çoğumuz "Hayır, ben değerli olduğumu biliyorum ama o bana öyle hissettirmiyor" diye karşılık veriyor... Oysa kendi tecrübemden biliyorum ki ben değeri ve sevgiyi, olduğum halimle hak ettiğime dair bir inanç geliştirdiğimde bana yöneltilen davranış nasıl olursa olsun bunu kendimle ilişkilendirmek yerine "Aaa burada bir dert var, ya ilişkide ya da karşındakinde... Kızgın ya da yaralı olmalı... Acaba derdi ne?" diyebiliyorum. Kimse bana kendimi değersiz hissettiremiyor. Saygı ihtiyacım karşılanmazsa üzülebilirim ve bunu ifade edebilirim ama bu benim değerimi değiştirmez. Benim değerim karşımdaki insanın davranışına bağlı değildir.


Değersiz olduğumuza inanmasaydık karşımızdaki bize bizim istediğimiz gibi davranmadığında "o kim oluyor da bana öyle davranıyor" diye onu değersizleştirmeyi de seçmezdik sanırım... İnsan, değersiz olduğuna inancını itiraf etmekte işte bu kadar zorlanıyor... Ötekini değersizleştirirse sorun ortadan kalkar sanıyor. Ya da değerli ve sevilen olmak için herkesi memnun etmeye çalışıyor.. Bunların hepsi aynı kapıya çıkıyor.


Adını koymak ya da kök inanışı bulmak, nedenleri sıralamak değil. Adını koymak, yaraya "Ben ... inanıyorum" diyebilmek. Bu, en çok aynı inanç yeniden tetiklediğinde onu tanımaya ve durmaya, kendimi anlamaya ve ifade etmeye yarıyor.


Gerisi ise o inancı dönüştürmeye kalıyor.


"Ben değersiz değilim. Ben değerliyim. Şu an bu inancım tetiklendi. Eşimin davranışı ile yeniden değersiz olduğumu düşündüm. Ama ben değerliyim."

"Değersiz olduğuma inanmasaydım ne yapardım? Nasıl tepki verirdim?"

"Onun bir şeye kızgın/üzgün olduğunu fark edebilirdim. Ona sorabilirdim. Saygı ihtiyacım karşılanmadıysa ona bunu ifade edip ricalarda bulunabilirdim... Sevilmemekten korkmadığımda hem kendimi özgürce ifade eder hem de onun duygularının, halinin daha çok farkında olabilirdim."

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Size ulaşmak istiyorum. Tam da yardıma ihtiyacim oldugunu dusundugum anda zaman tunelinde Su Teresinden cikageldiniz. Keske karsilassak bizim bu daglarda... simdi Ali de gidiyor ve ben yalniz 18 aylık oglumla bir dag basında... Sevgiyle...
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.