Birlikte şifalanmak
Geçen hafta Asım’la evliliğimizdeki dönemeçleri yazmıştım. Bu hafta sürecin detayını paylaşmak istiyorum.
Sakin bir ilişkimiz vardı Asım’la en başından beri. Çatışma yaratmayan, sadece bana ait olan dertlerimi anlamam, şifalandırmam için bana odalar, odalar açmış ve hep desteklemişti. Hep yazdığım gibi onun açtığı bu alanda değiştim.
Çatıştığımız, yani yaralarımızın karşılıklı olduğu anlarda ise onun enerjisi benimkine göre oldukça yoğun, yıkıcı ve netken susmaya eğilimliydim. Tabii sonra sonra, sustuğum bütün o anları hikayeler ile biriktirdiğimi fark ettim. Asım’la ilgili bir hikaye, onun beni nasıl gördüğü ile ilgili bir başka hikâye ve ilişkimiz ile ilgili bir hikâye daha...
Susma eğilimim eskiden, özellikle de öfkeli olduğum anlarda, beni kızdırsa da sonradan ilişkilerimi, bağlarımı şifalandırmamı kolaylaştıran bir tarafım. Bana karşıdan yoğun ve canımı yakan bir savunma ya da saldırı tepkisi geldiğinde önce şaşırır, sonra susarım. Kalbimin kırığını hisseder ve bütün düşüncelerimi serbest bırakırım. Bazen de ağlarım... Sonra zihnimdeki monoloğu dinlerken beni kızdıran ya da acıtan, yani içimdeki duyguyu yaratan gerçek inancı yakalarım. Derindeki, örtülü olanı duyarım kendi sesimden. Onu yakaladığımda her şey sessizleşir ve ferahlarım. Sonra gider bunu Asım ile paylaşırım. Onun tepkisinin içimde hangi duyguyu yarattığını, şimdi dönüştürmek üzere olduğum inancımı ve artık böyle bir inancım olmadığına göre aramızdaki şeyin nasıl düzeleceğini...
Bazen de onun bir tepkisi, söylediğim şeyi nasıl duyduğu üzerine düşünmemi sağlar ve ben bir dahakine sahip olduğum kültürel dil ile onu tetiklemeden, örneğin, ona yetersiz olduğunu ima etmeden, suçlamadan, kısaca şiddetsiz biçimde ifade etme pratiği yaparım. Dilimi, karşımdakine duyduğum saygı, sevgi ve merakı gerçekten aktaracak şekilde düzeltirim. Böyle böyle tam altı yıl geçirdim.
Kendi kendimi anlamak ve sonra da anlatmak için tutturduğum bu yol, beni çok ama çok şifalandırdı ve Asım’la ilişkimde benim tuttuğum alanı. Ama bir de onun tuttuğu alan vardı... Ve orası henüz pek de dokunulmamıştı. Hem onu hem beni yoruyor, bizi birbirimizden uzaklaştırıyordu. Oraya giremiyordum (beni içeri almıyordu) ve o da girmek istemiyordu.
İlişkide çekiştirmenin, hadilemenin, sorunlarını karşındakinin gözüne gözüne sokup suçlamanın, ona tavsiye ve/veya ders vermenin, o istemeden yardım etmenin işe yaramadığını bildiğimden öylece kalakaldım. Şimdi ne yapacaktım?
Uzun bir süre ne yapacağımı bilmeden dolandım. Kendimi korumak için duvarlar bile ördüm. İlişkide birinin belli bir alanda şifalanması ötekinin de aynı olan derdini öyle görünür kılıyor ki, eğer derdini görmek, fark etmek istemiyorsa bu onu öfkelendiriyor... Kırıcı bir dil gelişiyor savunma olarak. Ve yeniden karşılıklı kırmaya başlıyorsunuz. Tekrardan hikayeler giriyor devreye. En başından beri biriktirdikleriniz kulağınızda çalınmaya başlıyor değişmiş olmanıza rağmen.
Neden sonra Asım'ın daha ilk başlarda bana yaptığı gibi ona alan açmaya karar verdim. "Onun bir derdi var" diye kendi kendime hatırlattım o bana her yükseldiğinde, enerjisi yıkıcı olmaya başladığında, sevgi akışını hissedemediğimde...
Bunu ilk defa denemeye başladığımda içimden bir ses "iyi ama benim de ihtiyaçlarım var" diye bağırıyordu. Onun bir derdi olduğu için susmak ve anlayış göstermek beni öfkelendiriyordu, fedakarlık gibi hissettiriyordu. Sonra sonra, hem onun yarasını bilmeyi hem de kendi ihtiyacımı gözetip, ifade etmeyi öğrendim. Bu süreçte M. Rosenberg'in Şiddetsiz İletişim ve Çatışma Ortamında Barış Dili kitapları bana çok yardım etti.
Bir derdimiz olduğunu kabulümüzün açtığı alanda öğrendik birlikte şifalanmayı. Çatışma anlarında bunu hatırlayıp o anları kıymetli bularak...
Önce hikâyelerimizi bir kenara koyduk. Kadın ve erkeğe dair öğrenmiş olduğumuz bütün rolleri ve "Seda hep böyledir, Asım şöyle biridir, bana şöyle bakınca aslında bunu demek istiyor" diye diye biriktirdiğimiz her şeyi... Bunları fark edip karşımızdakine merak duymaya niyet ettik. Önümüzdeki en büyük ve ilk engel bunlardı çünkü. Birbirimizin gerçeğini, yarasını, duygu ve ihtiyaçlarını anlamamıza yardımı olmuyordu hikâyeler. Perde oluyorlardı...
Hikayelerimiz, yani yargılarımız, ortadan kalktığında gerçek duygularımız ve ihtiyaçlarımızla bağ kurmak zorunda kaldık. Kızgınlıklarımızın altında hep bunlar vardı çünkü. Ama onlar neydi ve onları nasıl ifade edecektik?
Duygu ve ihtiyaçlarımıza yönelik kelime dağarcığımızın ne kadar fakir olduğunu fark ettik. Buz dolabının üzerine koca bir liste yazdık ve ufak hatırlatmalar.
Birbirimizden yardım istedik ve eğer birimiz suçlayıcı davranır, hikâye yazmaya başlarsa onu sevgiyle açtığımız iletişim alanına davet etmek için izin verdik.
Bu süreçte eril ve dişi enerjileri tanımak da bana çok iyi geldi. İçimdeki erili ve dişiyi dengelemek, Asım’la enerji dansımızı izlemek. Birbirimizi nasıl da tamamladığımıza odaklandım. Şimdi Asım, erilin duygulara olan mesafesini, kontrolcülüğünü, egosunu ve duygularını baskılamak için sürekli "yapar" halde oluşunu dengelemeye çalışıyor. Ben de artık o sakinleşmek için iş yapmaya başladığında onu benden uzaklaşmakla suçlamıyorum. Ben dişilin pasifliğini dengelemeye çalışıyorum Asım da benim akışta oluşumu ve yavaşlığımı tehdit olarak görmüyor.
Yoldayız. Değişiyoruz.
Benim için birlikte şifalanmak hem kendinin hem eşinin yarasını bilmek ve aynı anda kendi ihtiyaçlarını gözetmek demek. Kendi ihtiyacımı görmezden geldiğim her an ilişkimin bedel ödediğini gördüm çünkü... Bu yüzden birlikte şifalanmak susmak ya da yutmak değil, konuşmayı, ifade etmeyi öğrenmek...
İnanç kalıplarımızı yıkarak kadın ve erkek rollerinin, kültürel veya kişisel hikâyelerin ötesine geçip gerçek benliklerimizle bağ kurabilmek... Sevgi akışını daim tutmak...
Onu yaralarıyla sevmek, kendimi yaralarımla sevmek ve tam da bu kabül ile şifalanmak demek...
YORUMLAR