84
84
Son dört yıldır seksendört kiloyum. Ondan öncesi 36 beden ile 44 arasında gidip gelmekle geçti. Diyet, spor ikilisinden ve kendimi kilo üzerinden yargılamaktan, zayıf olduğum dönemler çok güzel, kilolu olduğumdaysa çirkin hissetmekten öyle yoruldum ki bıraktım. Kendimi anlamayı ve dinlemeyi seçtim. Bunu seçip iyi olmaya başlayınca sürekli artan grafik sabitlendi. Seksendörde sabitledim. Bu inanılmaz bir gelişmeydi. Acaba kendimi böyle sevebilir miydim? Aynada kendime bakabilir miydim?
Çocukluk, ergenlik ve gençlik dönemlerimde kadın ve güzel olmakla ilgili içselleştirdiğim mesajlar hep aynı. Kimini babamın ağzından duymuşum kimini medyadan, toplumdan, erkek arkadaşlarımdan ve annemin kendi bedeni ile ilişkisinden... Ama en çok babamın sözlerinden, bedenimle ilgili eleştirilerinden yara almışım. Baba-kız ilişkisinin küçük bir handikabı işte.
Çocukken içselleştirdiğim bu inançlar yerleşik bir utanç yaratmış içimde. Acıkmaktan, kendimden, bir şeyi iştahla yemekten, sevdiğim şeyden bir parça daha almaktan, tabağımın hepsini bitirmekten, ortak tabaktaki son kalan parçayı yemekten... Kilolu olduğum dönemler, zayıf olduğum zamanlardaki arkadaşlarımla karşılaşmaktan, dar yerlerde rahatsızlık verdiğime inandığım için mesela asansöre binmekten... Karnım açken gizli yeme eğilimim hep bu utanç yüzden.
Ve bütün bunlar oldukça ağır duygular.
Uzun zaman düşündüm. Bazen kaçtım, bazen zor da olsa odaklandım. Bu kadar hayati ve günlük bir eylemin etrafını saran ve her gün yüzleştiğim bir utanç işimi kolaylaştırmıyordu. Aksine zorlaştırıyordu. Eleştiriler, geçilen dalgalar, insanların benim sağlığımı düşündükleri için söyledikleri sözler utancımı derinleştiriyordu. Çünkü her şey bende bir yanlış olduğunu ima ediyordu ("ben suçluyum", "ben boğazımı tutamıyorum", açgözlülük, kendine hakim olma zayıflığı vs vs). Buna inanıyordum ben de. Öfkeyle patlayıp durdurmuyordum karşımdakini mesela, susup kendime gülermiş gibi yapıyordum hep. Ta ki bir gün gerçekten patlayıp özsaygımı koruyana kadar.
İlk defa karşımdakine "Bu söylediğin benim canımı yakıyor" diyebildikten sonra durdum kendimin arkasında. Eleştirmeden, yargılamadan kendimi. "Seda senin bir derdin var, hadi, anlat bana" diyerek kucakladım içimdekini. Çok zor oldu. Hâlâ kolay değil. Çünkü çok kemikleşmiş ve çok derin. Ama şunlardı üç yıl içinde gözlemlediklerim:
İki farklı durum vardı yaşadığım; gerçekten çok yediğim zamanlar ve de az yediğim ve hareketli olduğum halde kilo aldığım zamanlar.
Çok yediğim zamanları gözleyerek tespit ettim. Bunlar değersizlik ya da yetersizlik inancına kapıldığım ve kabul edilmediğimi hissettiğim zamanlardı. Başarısızlıktan korktuğum sınav zamanları bu üç durumu da tetikliyordu, örneğin. Çok yediğim zamanlarda aldığım eleştiriler ya da geçilen dalgalar, ilişkilerimde anlaşılmak ve kabul ihtiyacımı karşılamadığı için utancımı derinleştiriyor ve yine yeme arzumu artırıyordu. İhtiyaçlarımın ve geçmiş yaralarımın, bu yaraların yeme eylemi ile ilişkisinin derinliği "oburluk" değildi. Acı vericiydi, gerçekti ve önüne geçilmesi zordu. İhtiyacım acildi çünkü. Hemen giderilmeliydi. Özsevgiyi, özkabulü, özdeğerimi ve özdeyeterimi bedenime yiyecek yoluyla, dışsal bir şekilde almaya çalışıyordum. Kendimle ilgili bu dertleri çözmeden yemekle ilgili ilişkimin değişmeyeceğini anladım. Nitekim şifalandıkça kilo almamaya başladım.
Kendimle ilgili bu teorim, yemediğim zamanlarda neden kilo aldığımı açıklamıyordu. Doktora gittiğimde metabolizma hızımın çok yavaş olduğunu gördük. Dönemsel bir yavaşlık. Çünkü başka bir dönemde bu kadar yavaş değildi. Bedenim neden yağ depolama moduna geçmişti? Neden yakmak istemiyordu? Neden böyle bir önlem alıyordu?
Bunun üç sebebini keşfettim. Biri çok derinlerdeki kıtlık inancımdı. Sanki belli koşulları sağlayamazsam aç kalacağım, yiyecek alamayacağım, bulamayacağım... İşi bırakmak, başarısızlıktan/işten çıkarılmaktan korkmak, evrendeki armağanlara, bolluk ve berekete inanmamak gibi uzantıları vardı bu inancın ve tetiklendiğinde yeme ya da bedenimde/evimde depolama eğilimine girdiğimi gördüm. Bedenim buna metabolizma hızını düşürerek yanıt veriyordu.
İkinci sebebi ise güvenlik ihtiyacımın sarsıldığı durumlardı. Kilo alma eğilimim şiddetli olarak '99 yılında yaşadığım deprem ile başlamıştı. Aniden gelen bu travma Dünya'da güvende olduğuma dair inancımı sarsmıştı ve bedenim buna kendini büyüterek, daha büyük ve daha güçlü, daha korkutucu olmaya çalışarak karşılık vermişti.
Üçüncüsü, ilişkilerimde sınır koyamamam, sevgisizlik korkusu ve sosyal kaygılar ile "hayır" demekte zorluk çekmemdi. Kızım doğduktan sonra onun sınırlarını korumak için "hayır" demeyi öğrenmem gerekti ancak "hayır" diyemediğim (hamileliğim dahil) 24 ay boyunca bedenim, sınırlarını genişletmekte bulmuştu çareyi. Kendine alan açabilmek için, sınırlarıma girenleri fiziksel olarak engelleyebilmek için. Ona kızmak yerine teşekkür ediyorum şimdi. Ve yemeklerden önce hatırlatıyorum kendime: "Güvendeyim ve de sevgili bedenim, sınırlarımı korumak için artık bana güvenebilirsin".
Uzun zamandır iyiyim. Bunları bilmek ve iyi etmek her şeyi değiştirdi. Yine de diyet yapmak ya da zayıflamaya çalışmak istemiyorum. Aynada kendime şefkatle bakabilmeye yeni başladım. Bedenimi sevmeye, barışmaya... Bir süre kendimi ne olursa olsun sevmek istiyorum. Sonra? Sonrasına bakarız... Süreç konusunda rahat ve eminim çünkü.
Ne olacaksa güzel olacak.
Ne olacaksa iyi olacak.
Yeter ki seveyim... Yeter ki kucaklayayım kendimi...
Olduğum gibi.
YORUMLAR