Ve yazdığım hikaye şu ki...

Bebeklikten itibaren gözlem yapıyor, öğreniyor ve kalıplar oluşturuyoruz. Bu kalıplar daha sonra olayları sınıflandırmada, hayatı anlamada ve geleceği tahmin etmede bize kolaylık sağlıyor. (En azından söz konusu "insan" olmadıkça.)


Çocukken anneniz size kızıyor ve bu daha sonra başka bir ilişkide zihninizde "kesin şöyle yaptığım için kızdı" olarak karşılık bulmaya devam ediyor. Bazı şeyleri yapamadığınızda yediğiniz "beceriksiz" damgası eşiniz sizin sakarlığınızı gördüğünde "beceriksiz olduğumu düşünüyor" alt metnine dönüşüyor. Bakışını, tavrını bu düşünceye yoruyor ve o an bundan yüzde yüz emin oluyoruz. O sırada karşımızda olan insanın düşünceleri, davranışları ile ilgili sayısız hikaye yazarak ve o bir soru sorduğunda aklımızdaki hikayeye cevap vererek yaşıyoruz ilişkilerimizi.


Geçmiş ilişki deneyimlerimin bende yarattığı kalıp oluşturma; yani hikâye yazma eğilimini eskiden insanları çok iyi tanıdığıma dair yazdığım diğer bir hikâye ile desteklerdim (O şöyle biri, çünkü insanlar böyle, herkes şu durumda böyle davranır, ben onun böyle bir yeteneği olduğuna inanmıyorum). Bunların hikâye olduğunun kabulü en zor şeylerden biri olmuştu benim için. Bunu fark etmiş, anlamış ama bu gerçeğe uzun bir süre direnmiştim. Oysa kim bilir kaç kere insanların beni hiç tanımadıklarını düşünmüşümdür. En çok da annem ve babamın... Kim bilir yazdıkları hikaye neydi benimle ilgili? Benim gerçeğimi hiç yansıtmadığı kesindi. İşin en acı tarafı ise gerçeğin hiç merak konusu olmadığı, birbirimizin hakkında sürekli hikaye yazdığımızın farkında olmayışımızdı.


Sıklıkla öteki insanlarla ilgili hayal kırıklığı yaşamamıza, anlaşılmamış hissetmemize şaşmamak gerek. "Benim hakkımda şöyle söylemiş, onca şeyden sonra bunu nasıl söyleyebilir?" ve buna benzer sözler etrafımda en sık duyduğum şeydir.


Kızım için yazmamaya kararlıydım onu kucağıma aldığımda. Hikaye yazmadan gözlem yapmayı onunla öğrendim. Gözlem yaptıkça merak duydum minicik kalbine ve ulaşmak için ona soru sormam gerektiğini fark ettim. (Ne tuhaf bir buluş!)


Bunu diğer ilişkilerime doğru genişlettikçe tanıdığımı, çok iyi bildiğimi sandığım insanların olaylara bakış açısını, gerçeklerini öğrenmek beni şaşırttı. Ve gittikçe daha da çok merak uyandırdı. Bir soru sorduğumda ya da bir davranış sergilediğimde onu kendi hikayelerinden okuduklarını ve bunun benim halimle alakası olmadığını görmek ise -kendimden sebep- tahmin edilebilir bir durumdu. Gözlemlemeye başladım: karşımdakinin benim niyetimi kendi kalıplarından okuma eğilimi devam ettikçe ilişki tuhaflaşıyordu. Saldırı ve savunma eğilimi gırla gidiyordu ve ben her birini tek tek karşılamaya çalışırken çok yoruluyordum. Sonraları insanların benim tutumumdan ne anladığını, sözlerimden ne duyduğunu sormak alışkanlık oldu. (Örneğin; ben bir ricada bulunduğum ve "evet veya hayır" cevabının ikisine de açık olduğum halde onlar sorumu "yapmalısın/yapmanı istiyorum/ilişkimizin gereği olarak yapman gerekir/yapmak zorundasın" olarak duymuş olabiliyorlardı ve bu durum hepimizi gerçekten zorluyordu.)


Geçenlerde Brene Brown'un "Kuvvetle Ayağa Kalkmak" adlı kitabını okurken içinde tam da bu durumlar için kullanabileceğim şahane bir ifadeye rastladım: "Şu an yazdığım hikaye şu:......." ve gerçekten neşelendim çünkü bunun hem içsel diyaloglarımı hem de sosyal ilişkilerimi ne kadar kolaylaştıracağını, duygu ve ihtiyaçlarımla bağlantı kurmakta zorlandığım ve yorum/yargı kısırlığına düştüğüm anlarda nasıl da emniyet sibobu olacağını fark ettim.


Son zamanlarda Asım ile birlikte, yazdığımız hikayeler ve birbirimize söylediklerimizden "ne duyduğumuz" üzerinde çalışıyoruz. Görür görmez bu ifadenin bizi rahatlatacağını ve hatta biraz mizah bile katacağını düşündüm -ki öyle de oldu.


Şimdi ne zaman kendi zihin kalıplarıma yakalandığımı fark etsem başlıyorum:

"Tam şu anda kitap okuyor ve sana yardım etmiyor oluşumdan dolayı benim tembel olduğumu düşündüğüne, sana hiç destek olmadığıma inanacağına dair bir hikaye yazıyorum."

"Cemre az önce misafirimize bağırdığı için başarısız bir anne olduğuma dair bir utanç hikayesi yazıyorum."

Ya da benim söylediğim bir şeyin ardından Asım'ın hali tavrı değişip de zihni savunmaya/saldırıya geçince gülümseyerek ona soruyorum "Ve yazdığın hikaye şu ki?"


Bu ifadeyi kullanma konusunda karşılıklı anlaştığımız için bu bize yazdığımız hikayelerin komikliğini (ötekinin gerçeğinden uzaklığını) fark etmek ve birbirimize gülümsemek, sarılmak için fırsat yaratıyor. Hikâyelerimize ağız dolusu gülüp, onları hafifletiyor ve uğurluyoruz.


Gerginlik anlarında ise kendimize bir hatırlatma oluyor bu. Yazdığımız hikâyenin gerçek olmadığını bilmek onlara tutunmamızı ve suçlamamızı engelliyor. Asım kendini bu şekilde ifade ettiğinde, onun benim hakkımdaki hikayesine içerleyip savunmaya geçmeden, hikâye ile mesafemi koruyarak, onun duygularına merakımı yöneltebiliyorum. Kendimi bu şekilde duyduğumda hikâye yazdığımı ve bunun benim gerçeğimi yansıtmadığını biliyor ve hikâye ile özdeşleşmiyorum.


Bunun için başka bir kalıp daha kullanıyorum. Örneğin; içimde "Ben yetersizim" kalıbını duyduğumda

"İçimde bir yer ben yetersizim diyor (korku ve utanç duyuyor.)"

"İçimde yetersiz olduğuma dair bir inanç var (ve bu inanç korku ve utanç duygularını tetikliyor.)" diyerek hikaye ile mesafemi, iç gözlemci pozisyonumu, koruyor ve hikâyenin yarattığı duygulara kapılmıyorum.


Şefkat diline, kalp açıklığına bir zemin oluyor bu. Hikâyeden çıkıp, zihin kalıplarımızı fark edip ve kırıp, duygu ve ihtiyaçlarımızla bağlantı kurmaya ve ifade etmeye yöneliyoruz. Sonra da hayatımızı güzelleştirmek için ricalarda bulunuyor ve gönüllükle eyleme geçiyoruz.


Peki ya siz? Siz hangi hikâyeleri yazıyorsunuz?


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.