Siyah süt
Okumayı hiç tercih etmeyeceğiniz bir kitap, içinden geçtiğiniz sürece bir miktar da olsa karşılık geliyorsa; sizin için iz bırakan bir kitaba dönüşebilir. Elif Şafak’ın, Siyah Süt romanı benim için böyle kitaplardan birisidir.
Henüz yeni anne olduğum dönemler. İçimde tarifi mümkün olmayan bir hisle çırpınıp, duruyor; bana ne olduğunu anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorum. Biliyorum ki; yanıt asla bir ebeveynlik kitabının içerisinde saklı değil ama yine de umutsuzca ebeveynlik kitaplarına sarılıyorum.
Bir gün; arkadaşım Seda, elinde bir kitapla geliyor. Kitap; Elif Şafak’ın, Siyah Süt adlı romanı. Umutsuz bir şekilde okumaya başlıyorum. Roman, yeni anne olan bir kadın yazarın, annelik-yaratıcılık ve kendi yazarlık serüveniyle olan iç hesaplaşmasını konu alıyor ve ben kitabı bir solukta okuyup, bitiriyorum. Seda’nın kitabını geri veriyor ve hemen kendim için yenisini sipariş ediyorum.
Henüz yeni anne olduğum o günlerde kafamda bir sürü soruyla yol almaya çalışırken; anneliği benzer şekilde deneyimleyen bir kadının yazdıklarını okumak; çok iyi hissettiriyor.
Yazar Elif Şafak’ın, annelik fikrine ve lohusalık durumuna bakışını dile getirdiği, otobiyografik bir roman, Siyah Süt. “Kadınlığın, kadınların hayatının kasvetli ve karanlık ama son tahlilde geçici olan bir dönemiyle ilgili. Birdenbire gelen ve geldiği hızla dalgalar halinde çekile çekile giden bir haletiruhiye burada incelenen.”
Bu yazı vesilesiyle kitabın sayfalarını yeniden çeviriyorum ve bazı alıntılara yer vermek istiyorum, benzer süreçlerden geçen birilerini bulması umuduyla:
“… Fazlasıyla cicileştirilmiş yahut yüceltilmiş, adeta siniri alınmış bir annelik mefhumu kalıyor ortada. Pek çok hamile kadın bu mefhumu idealleştiriyor zihninde. Böyle olmaya çalışıyor. Olamayınca bocalıyor. Doğum sonrası ciddi bir yalpalama süreci bekleyebiliyor onları. Bir türlü yazıya dökülmüyor lohusanın bunalımı. Yeterince incelenmiyor, irdelenmiyor, paylaşılamıyor. Yazı yazan, analiz yapan, fikirlerini esere çevirenlerin ezici çoğunluğunun erkeklerden ya da erkekleşmiş kadınlardan oluştuğu bu ülkede, lohusanın içini çürüten siyah süt kolay kolay mürekkebe dönüşemiyor.”
“Bu arada yanımdaki ev hanımı-anne-eş prototipi kadını aklımca öteliyor, kendimden hakir görüyorum. Zannediyorum ki ben ‘‘yazar hanım’’ pek bir müstesna, pek bir çılgın, pek bir kabiliyetliyim ve hep öyle kalacağım. Zannediyorum ki, ‘‘öteki kadın’’ cahil, basit, ortalama. Bense aydınlanmışım, farklıyım. Bu arada farkında değilim ki bekârlık manifestomu yazdığım kâğıt anne-bebek ürünleri pazarlayan bir firmanın antetini taşıyormuş. Kibrimle dalga geçiyor kâinat. İnceden inceye. Görmesini bilene.”
“Ama içimden gelmiyor. Ben tam tersine, daha da yapışmak istiyorum taranmamış saçlarıma, bakımsız cildime, dökülen kılığıma. Etrafımdaki herkes ve her şey bir yanıyla yabancıyken, ürkütücüyken, bir tek bu eski gecelik tanıdık geliyor. Biliyorum onu. Rahat ediyorum bu kılıkla. Kokular, kirler tanıdık. Bu zırhı da çekerlerse üstümden savunmasız kalırım. Taşıyamam kendimi.”
“Eğer Sofya romancı olsaydı, Leo Tolstoy aynı şekilde kendini ona adar mıydı acaba? Karısının asistanlığını yapar mıydı mesela? Romanlarını temize çeker miydi inci gibi el yazısıyla? Ya da karısı içeride rahat rahat yazsın diye çocukları alıp parka götürür müydü aralarda?”
“Ve içimde bir soru yankılanıyor: Ya ben de o tahakkümperver annelerden biri olur çıkarsam… Bir yandan çocuğumu baskısız, özgür yetiştirmem gerektiğini söyleyen bilincim… Bir yandan ataerkil bir toplumda kız çocuğu büyütmenin kuralları, sınırları…Sen istediğin kadar özgürlükçü ol, toplum aynı fikirde değilse nasıl dengeleyeceksin ideallerinle hayatın hakikatlerini?
İnce bir ayar, zor bir denge. Nasıl ulaşacağım o senteze?”
YORUMLAR