Ailede yapıcı denge ve iş birliği
Aile, bireylerin birbiriyle olan ilişkisi ve etkileşimi ile oluşan bir sistemdir. Aile, bireylerin içinde büyüdüğü, ruhen ve bedenen beslendiği, destek aldığı biricik yapıdır. İdealde böyle olsa da insanın örselendiği, filizlenmeye çalışırken budandığı, yangından kaçarken doluya tutulduğu bir topluluk haline de gelebilir. Aile, toplumun en küçük birimidir ama etkileri koca bir topluma yayılır. Klasik aile tanımlarında mutlaka eşler ve çocuklar yer alsa da güncel tanımlara göre çocuksuz eşler ve bekar ebeveynler de çocuklarıyla birlikte bir aile oluşturur. Aile, ölmüşleriyle bile birlikte bir dinamik oluşturur. Aile içindeki ilişkiler ve etkileşim, bireyin yaşam yolculuğunu doğrudan etkiler. Aile sistemi, içinde büyüttüğü çocukları olduğu kadar onu kuran erkeğin de kadının da dertlerini, hayallerini, kendini gerçekleştirme hakkını hesaba katmalıdır.
Anne-baba olmak için ehliyet gerektiği tartışılıp durur. Anne-baba olmanın ilk basamağı olmaya yani eş olmaya giden yollar ise hesapsızca ve sorgusuzca kutlamalarla, havai fişeklerle bezelidir. İnsanlar evlenme kararı verdikleri için tebrik edilir. Evlendikleri için tebrik edilir. Eş olmak isteyenler en şatafatlısından, en tantanalısından karı-koca oluverir, istediği gibi… Bundan sonrası ise geleneklerin, toplumsal yapının kucağında büyür. Ne kadar büyüyebilirse…
İnsan neden evlendiğini, evlilikten ne beklediğini çoğunlukla kendi iç sesinden değil, içinde büyüdüğü toplumun ona öğrettiği gerekliklerden duyar. Ne var ki evlilik kararının altında toplumsal sebepler, bilinçdışından (yani bilinçaltından) gelen ihtiyaçlar, aşkın kimyası ve bunun gibi birçok değişken yatar. Evlilik sorumluluklarını yerine getirebilmek ise gelişime açık olma cesareti ister. Eş olmak, hayat arkadaşı olmak, karı-koca olmak aslında büyük bir denge ihtiyacı barındırır. Bütün bunlara dikkat çekmedeki amacım, dünya almış başını giderken hala elini taşın altına koymayan, kendi birincil dünyasında yani ailesinde sorumluluk almayan erkeklerin varlığını duyup gerçek bir değişim için yoğun çağrı isteği duymam.
Yapay zekanın hayatımıza getireceği etkilerden bahsediliyor. Fütüristler dudak uçuklatan öngörülerini yakın gelecek için açıklıyor. Astrologlar, gireceğimiz Kova Çağı’nı anlatıyor. İnanılmaz teknolojik gelişmelerin kapıda olduğu, düşünme şeklimiz üzerinde değişimler olacağı konuşuluyor. Uzay turizmi, Mars’a kurulacak koloniler üzerinde çalışılıyor. İklim kriziyle birlikte kıtlık ve kuraklık tehlikesinden bahsedilirken, harekete geçen topluluklar artıyor ve yeni bir yaşam için el birliğiyle yapılan işler hızlanıyor. Ne var ki hala bir yerlerde kadınlar erkeklerin arkalarını topluyor, erkek şiddetine maruz kalıyor, seslerini çıkardıkları zaman yakın çevre baskısından korkuyor, çocuk-adamlara ait sorumlulukları sırtlıyor. Bunun arkasında öyle bir derin öğrenme var ki, aile yaşamına katılım gösteren erkekler “yardım eden” olarak görülüp adeta alkışlanıyor. Erkeğin “işe gitmesi” zaten tüm sorumluluğunu yerine getirmesi şeklinde görülüyor. Evde yaptığı her şey lütufmuş gibi değerlendiriliyor.
Pandemi başında aileler dört duvar arasında girdi. Bir kışı daha böyle geçireceğiz. Erkekler ve kadınların bir kısmı evden çalışmaya başladı. Eğitim, eve hapsoldu. Vaktinin tamamını artık evde geçiren çocuklara tüm öğünlerde yemek hazırlamak, derslerini takip etmek, her türlü konuda kesintisiz eşlik etmek gerekti. İşler arttı. Evdeki bakım yükünü üstlenmek için maaşlı işten feragat etme tercihini hep kadınlar yaptı. Bazı aileler bu dönemi tüm krizleriyle birlikte bir gelişme süreci olarak yaşayabildi. Ailede iş bölümü dengeleri yeniden düzenlendi. Bazı babalar üstlenmeleri çoktan gerekli olan görevlere ister istemez, nihayet uyum sağladı. Ne var ki “Yemek yetiştiremiyorum. Sabahtan akşama kadar oturmuyorum. Çoraplarını bile kaldırmıyor. Çocuklarla ilgilenmek yerine TV izliyor. Söylemezsem yapmıyor/Söylesem de yapmıyor. Bari bulaşık makinesini boşaltsa.” şikayetlerini görmekten bu gözler artık yoruldu. Sene başında, henüz pandemi yokken yazmıştım. Ne acı ki, tüm yaşananlar üzerine kadınların şartları daha da ağırlaştı.
Rakamlar, istatistikler yığmak şart değil. Araştırmalar, kadının yükünün 5 kat arttığını gösteriyor. Yüzbinlerce kadın hala, erkeğin kendini gerçekleştirmesi üzerinden varlık gösterebiliyor. Fırsat bulursa yaşıyor, bulmazsa sistemin içinde eriyip gidiyor. Erkeğin çalıştığı, kadının evi çekip çevirdiği model içinde halinden memnun olan kadın büyük bir yanılsama, sıkışıklık veya risk içinde olabiliyor. Şartlar bir gün içinde değişebiliyor. Maddi güvence, ekonomik bağımsızlık, gelecek garantisi birçok ev kadını için hala birer muamma. Altın bilezik olarak meslek edinme şansı kalmamış binlerce kadın dört duvar arasında aile üyelerinin arkasını topluyor.
“İnsan arkadaşlarını seçebilir ama ailesini seçemez.” denir. Evlilik ile kurulan aile de bilinçaltından veya toplumdan gelen baskılarla seçilmiş olabilir. Aile içindeki ilişkileri yeniden yapılandırmayı ise seçme şansı vardır. Bu, kişinin sorumluluk almaya başladığı noktadır. İşlere katılmak kadar işler konusunda yardım istemek de sorumluluktur elbet. Ancak öğrenilmiş çaresizliği içinde tükenen kadına bir el uzatmak, dengeyi bulmak için elini taşın altına koymak da erkeklerin boynunun borcudur. Kadınların yıpranması, aile sisteminin zincirleme şekilde etkilenmesi anlamına gelir.
Pandemi sebebiyle kadınlar artık çok yorgun. Yorgun anne, doğal olarak çabuk öfkelenir. Hem ruhsal hem bedensel olarak yıpranır. Beli ağrıyan, tansiyonu yükselen, varisten ayakta duramayan bezgin annelerin mi çocuklarınızı yetiştirmesini istersiniz yoksa kendine vakit ayırabilen, kendini geliştirebilen, kendini gerçekleştirebilen eşinizle birlikte çocuklarınıza dengeli bir anne-baba ilişkisi, birbirinden beslenen bir kadın-erkek ilişkisi göstererek, kendi işini yapmayı beceren, bir topluluğun içinde yer bulabilen, yeri geldiğinde kapsayıcı, yeri geldiğinde dengeleyici bir insan modeli mi sunmak istersiniz? Elbette ki çoraplarınızı akşam salonda bırakabilirsiniz. Herkesin hakkıdır. Sabah olduğunda onları hala gidip yerinden almayan erkeklere sesleniyorum; artık “Bütün gün çalışıyorum” zamanlarının geride kaldığını, başka bir nesil olduğumuzu, eşinizin de uyandıktan yatana kadar çalıştığını, topluca yeni yaşamı inşa etmede sorumluluk alma zamanlarının geldiğini fark ediyorsunuzdur. Büyümeyen yetişkinlerin aile kurması, insanlığın tartışılan sorunlarından biri. Bu sorunun bir parçası mı olmak istersiniz? Evdeki iş yükünün, bakım emeğinin, kadının kendini ailesine adamasının onu dış dünyadaki ekonomik yaşam açısından bir “hiçe” dönüştürdüğünü artık görmüşsünüzdür. Maalesef bu zamana kadar böyle süregelmiş. Denge şaşmış. Bu artık kimseye iyi gelmiyor. Gelecek başka türlü olacak. Şimdi, gerçek bir iş birliğine ne dersiniz? İçindeki erili yıkıcı olarak büyüten hemcinslerinizden mi, yapıcı olmaya kullananlardan mı olmak istersiniz?
YORUMLAR