Özkan Uğur’u uğurlama, adap ve teşekkür

Size, Özkan Uğur’un AKM’deki cenaze töreninden göstereceğim bir fotoğraf ya da videom yok. Bu sayfa sadece duygu ve düşüncelerin olduğu bir yazıdan ibaret, şimdiden bilin istedim. Okurken törende yaşananlara dair bir şeyler bulabilirsiniz ancak başka bir derdim daha var.


Her ünlü cenazesi söz konusu olduğunda, katılanlardan bazı şikâyetler duyardık. Ünlü insan görmek için gelen vatandaşlar, protokolde yer almaya layık görülse de protokol adabının hakkını veremeyenler, egosuna yenik düşenler, yerli yersiz çalan telefonlar vs…


Aslına bakarsanız her şeyin bir teknolojisi vardır. İletişim teknolojisi ise sanıyorum en hızlı ilerleyen türlerden biri oldu. Ne var ki doğma ve büyüme hızından da belli olacağı üzere insanların gelişme hızı aynı seyirde olmadığı için, teknoloji ile insan birleştiğinde ortaya bir dengesizlik çıkabiliyor. Teknolojiyi geliştirenler belli sayıda insan ancak kullananlar milyonlar.


Dün, Özkan Uğur gibi bir büyük sanatçıyı uğurlamak için toplanan kalabalığın içinde otururken, adabın ne kadar mühim olduğu gerçeğini bizzat yaşadım ve adaba neden ihtiyaç olduğunu öğrenmek için bize zaten böyle özel insanların vesile olmasından hareketle, hatırlatmak istedim. Bu naçiz ben, adabın ne mühim bir gereksinim olduğu iliklerime kadar hatırladım. Bunu, ayrıca anlatacağım.


Özkan Uğur için en çok duyduğum şeylerden bazıları; kimsenin arkasından konuşmaması, küsleri barıştırması, güler yüzüyle her insana eşit davranması, bulunduğu ortama sevgi getirmesi. Birçok değerin vücut bulmuş hali, sahnede son defa bayrağa sarılı bir tabutta önünüzde dururken, ona her türlü iyiliği hatırlattığı için içimden teşekkür etmek geldi.


İçimden, Özkan Uğur’a başka onlarca daha teşekkür geldi.


Gerçek bir müziksever olan ve çocukluğundan beri iyi şekilde gitar çalan babam vesilesiyle Beatles, Pink Floyd gibi gruplarla büyüdüm. Kendimi bilmeye başladığım zamanlarda, dikkatimi çeken ilk Türkçe şarkı “Ele Güne Karşı” oldu. Tam nakarat kısmında, arkada çalan coşkulu ve şarkıyı yükselten bas melodiye dikkatinizi getirmek istiyorum. İşte o, 4 yaşındaki bir küçük çocuk için tek kelimeyle müziğin tanımı olmuştu. Müziği dinlerken bas seslere dikkat etmemi sağlayacak kadar iyi çalan kişi, oydu. Özkan Uğur, Türkiye’nin en iyi bas gitaristlerinden biriydi, şimdi anlıyorum ki 40 yıl önce de yaptığı işi çok iyi yapıyordu. Müzik ilmine, kulağı iyi olan küçük kızımı konservatuvarda okumaya teşvik edecek kadar meraklı bir insanım. Özkan Uğur, bir insanın müzik dinleme yaklaşımıma yön verecek derecede iyi bas gitar çaldığı için birilerinin hayatında etki yarattı. Bunun için kalbimde ona taşıdığım bir teşekkürüm var ama asıl teşekkürüm sonra…


Hayatımda gittiğim, annem ve babamla gittiğim ilk konser, Mazhar Fuat Özkan konseriydi. Uykusu gelen küçük bir çocuk olsam da o coşku ve bambaşka kalitedeki müzik bende derin bir iz bırakmıştır. Kaliteyi, neşeyi, sevgiyi bize yaşattığı için Mazhar Fuat Özkan grubuna teşekkür ediyorum. Birkaç nesil sevenleri olarak bu kadar acı çekmemizin bir sebebi de MFÖ’yü artık sahnede bir arada dinleyemeyecek olmamız…


Gelelim adaba…


1965 yılında bir araya gelen Mazhar Alanson ve Fuat Güner’in, 1971 yılında Özkan Uğur’la tanışmasının üzerinden belli bir zaman geçer. Bu zaman içinde ikili olarak ve beşli olarak albümlerde bir araya gelirler ve Cem Karaca, Erkin Koray, Ajda Pekkan gibi, döneminin en önemli müzisyenleriyle birlikte sahne alırlar, orkestralarında bulunurlar. 1980 yılında Mazhar, Fuat ve Özkan bir araya gelip çalışmaya başlarlar, bireysel olarak müzisyenlik çalışmalarına da devam ederler ve nihayetinde 1984 yılında “Ele Güne Karşı” albümü ile yeri yerinden oynatırlar. Gerisi malum… Bu toprakların son 40 yılında, müzik tarihine damga vuran, müzikalitesi ile ders niteliğindeki parçalarıyla ve tüm eserleriyle bir aile yaratırlar.


Dün, Mazhar Alanson ve Fuat Güner, 52 yıllık yol arkadaşları ile sahnede son kez bir aradayken, deyim klişe gelebilir ama gerçekten de bütün salon nefesini tutmuştu. Salon, ortak bir acının evi olmuştu. “Ağlama, beni de ağlatacaksın” demişti yanımdaki yaşlıca ve gözleri çoktan dolmuş olan beyefendi, ben de “Şimdi ağlamayacaksak ne zaman? Tutmayın kendinizi. Ağlamaya geldik” diye yanıt vermiştim. Ayakta durmakta zorlanan Fuat Güner konuşmuştu. Mazhar Alanson da aynı şekilde zorlanıyor ama konuşarak duygularını ifade etmeye çalışıyordu. Yaşamaktan korkulan o an yaşanıyordu işte…


Kapatın telefonlarınızı… Kapatın! Bir ortama girerken, ne yaptığınızı bilin ve destursuz girmeyin, kendinize çeki düzen verin, etmeniz gerekenleri iyice kontrol edin. En arkada da otursanız, önünüzde oturanın acısını yaşayabilme hakkına giriyorsunuz, konuşmayın. Özen gösterin. Dayanamayıp “Bu ana saygı gösterin!” diye bağıran, o tanımadığım sade vatandaşın söylediği gibi, bu “an” işte o an… An’ın farkında olun. “An” için gelmeyecekseniz, hiç gelmeyin.


Çünkü o “an” işte Özkan Uğur’du. Daha ne söylenebilir ki…


Teşekkür ederim Özkan Uğur.

Bir akrabamı kaybetmiş gibi yastayım.

“Amcam öldü / Abim öldü” desem “Ah!” der, beni bir süre kendi halime bırakırlar. İşte öyle kalasım var.


Dün AKM’ye giderken yarı bilinçli, yarı bilinçsiz bir haldeydim. Niyetim hem ona “uğurlar olsun” demek, vazifemi yerine getirmek hem de tükenmeye başlayan değerlere dair bazı dertlerimi unutarak bir nebze benzer dertler yaşayan hayranlarıyla bir ortamı paylaşmaktı, sevenleriyle birlikte uğurlamaktı. Bu ortamın adap için garanti olmasını beklemek belki de yanlıştı ama bu konu ayrıca sanatçılarımızın anısına, onların hatırlattığı değerleri yaşatma adına üzerinde durulması gereken bir konu. Şimdi bu konuyu, Özkan Uğur’a olan şükranımdan rol çalmasını istemeyerek bir kenara bırakıyorum.


Sevgili Özkan Uğur,


Bizler; sağ-sol kavgası hikâyelerinin, darbe atmosferlerinin, sonraları gelen kapitalizmin, terör acılarının ve bunların çamurlu hale getirdiği kaygan ve puslu bir zeminin üzerinde büyümeye çalışan çocuklardık. MFÖ ve hem onun bir parçası hem de başlı başına bir büyük sanatçı olarak Özkan Uğur, dün seni sahnede tabutun içinde görmek bana çok acı verirken bile kalbimde bir sevinç yarattın. Bu topraklarda gözlerimi açtığıma ve 40 yıldan fazla süredir yaşamama dair zaman zaman hissettiğim usançtan daha fazla şükran duygusu hissetmeme sebep oldun. Yorgun kalbimle teşekkür ederim.


Bir dönemi seninle birlikte yaşamak güzeldi.

Sanatın ne olduğunu dar alandaki tartışmalardan çıkarıp hayata saçtın ve milyonlarca kişiye hissettirdin.

Sen, baş etmemizi kolaylaştıran bir abideydin.

Bir eşin benzerin daha olmadığını fark ettikten sonra sanıyorum ki bunu daha iyi anladık.

Zordu ve hala zor…

Sen sanki -varsa- önceki yaşamlarında tüm zorlukları zaten bitirmiş ve deyim yerindeyse “okeye dönmüş” gibiydin. Artık bu yaşamın, “sanat olma” zamanıydı. Çünkü yaşamın kendisi de bir sanat. Çocuksuluğun arkasında sanırım bir saf bilge vardı ve hem yaşamın ta kendisine hem de “yaşıyor olma” haline dair bir türlü duyamadığımız coşkuyu ve sevinci bize yaşattın. Belki sen olmasaydın, biz hepten unutacaktık. Biz unuttukça sen hatırlattın.

İşte bu yüzden, biz de seni hiç unutmayacağız…

O güzel ruhun şad olsun.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Beni aglatti bu yazi.. Yerinin dolduralamayacagi, yitirilince anlasilanlardan…
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.