Kıskançlık değil, beklediğim sadece bir soru…
Kıskançlık, sevmediğim, tahammül edemediğim bir huy. Özellikle ikili ilişkilerde. Hele ki evlilikte… Neyse ki kıskanç değilim, değiliz. Ancak sanırım zamanla insanın bazı şeylere tepkileri değişebiliyor. Hatta biraz da yorgunluğun etkisiyle olaylar haddinden fazla tepkiye neden olabiliyor.
Hafta sonu kızım dokuz yaşını bitirdi. Cumartesi günü evi süsledik, hazırlık yaptık. Bütün bir Pazar çocuklar vardı evde. Cıvıl cıvıldı. Arkın’ın birkaç saat dışarı çıkması gerekti, Pazar herkes gittikten sonra topladım evi, temizledim. Kar tatili olunca “yeğenlerim bende kalsınlar” dedim. Geç yattık. Pazartesi de aynı hızla devam ettik. Aklımda hep akşam Arkın gelince bir saat uyurum, kalkarım, gece de onlar uyurken sabaha kadar teslim etmem gereken yazıları hallederim planı yapıyordum.
Bunu da söylemedim kimseye. Sonuçta, çalışmam gerektiği ancak çalış(a)madığım ortadaydı. Tam telefonla konuşurken akşamki planımı anlatacaktım ki benim futbolla gerçekten çok ilgisi olmayan kocam “Spora gideceğim, sonra da BJK – FB maçını çocuklarla izleyeceğiz” dedi, orada benim fren patladı. (Hiçbir maçı kaçırmasa zaten tahmin ederdim.)
Yine yazayım, kimse kimsenin dışarı çıkmasına karışmaz. Önceden söyleriz. Ayrı ayrı buluşmalara da gideriz, konsere de…
Benim fren patladı dedim de biraz fazla patladı sanırım. “Hiç düşündün mü acaba ben çalışabildim mi? Çocukları televizyon karşısına mı oturtsaydım? ‘Beraber zaman geçirdik, eğlendirdim, eğlendim. İşleri yapamadım. Gece çalışacaktım. Ve sen gidiyorsun. Süper. Zaten her şey bana karşı iş yapamayayım diye. Kriz ortada. Bir sürü şey iptal oluyor, teşekkür ederim elimdekileri de engellediğin için. İzleyeceğiz ne demek? Bana sordun mu hiç? Şebnem sen ne yapacaksın, çalışmayacaksan ben gitmeyi düşünüyorum demek bu kadar zor mu?’ Dır dır dır, bır bır bır.” Ay, susturamadım kendimi. Bir anda bütün dünya bana karşı gibi hissettim. Kimsenin umurunda değilim, herkes beni kullanıyor gibi… Sanki patlamak için hazır bekliyordum. Evet, çok mutluydum hafta sonu, ancak yorulmuştum. Bazı tatsızlıklar da olmuştu ve bardak hızla doluyordu.
Sonra telefonu kapadım. Dışarı çıktık Irmak ve yeğenlerimle. Döndük. Aradı yine Arkın. Bir şey olmamış gibi konuştuk. Akşam geldi, sporuna gitti. Baktım ev kıyafetleri üzerinde, çıkmaya niyeti yok. Kendime baktım, 48 saatin yorgunluğu beni ele geçirmişti ve gözümü açamıyordum. Kafamda plan yaptım. “Erken yatıp erken kalkarsam her şeye yetişirim” diye. Rahatladım. “Sanırım uykusuzluğa dayanamayacağım ve erken yatacağım. Sen çık, sabah hallederim işleri.” Üç dakikada hazırlanıp gitti.
Ben de erkenden yattım. İşte şimdi, sabahın köründe bilgisayar başındayım, ilk yazıyla başladım işlerimi toparlamaya. Diğerlerine de kesintisiz devam etmeyi umuyorum.
Dün gece gitmeden önce “Haklıydın” dedi. “Keşke sana da sorsaydım planın var mı, yapacakların var mı diye. Öyle kapıldım, konuştum” dedi. Konu da burada kapandı. Kapris yaptığımı düşünseydi, zaten ilk başta dikkate almazdı, “karışma” derdi. Belli ki düşünmüş ve beni neyin rahatsız ettiğini anlamış.
Kıskançlık değil, “aman bensiz bir yere gitmesin” duygusu değil. Sadece, sorulsun istiyorum. Bazı şeyler fark edilsin istiyorum. Şikayet etmeyi, “yorgunum” demeyi hiç sevmem ancak böyle günlerde anlaşılsın istiyorum. Biliyorum bazen çok şey beklediğimi ancak kendime de bir yere kadar engel olabiliyorum.
Keşke patlamasaydım telefonda, çocuklar duydu çünkü. Keşke hakim olsaydım kendime. Keşke yorgunluğun esiri olmasaydım. Sen de canım keşke bir düşünseydin o cümleyi kurmadan önce, bir geçirseydin aklından son iki günü de sonra söyleseydin bana…
YORUMLAR