Hayata dair geç öğrenilen dersler

Yaş almak ve deneyim karşılıklı etkileşim içinde hayata bakışımızı ve önem verdiğimiz, zevk aldığımız ya da dert ettiğimiz meselelerin neler olduğunu etkiliyor. Böyle olunca 20 yaşın derdi 30 yaşa, 30’unki 40’a benzemiyor.


Her birimizin bambaşka hikayeleri olduğu ve bunun taa anne ve babamızın zihnine düştüğümüz ilk anda başladığı ve hatta büyük büyük anne ve babalarımızın yaşadıklarından da izler taşıdığı düşünülürse mevzu da epey derinleşiyor. Ama bir yandan da insan insana benziyor, hem de çokça... Bambaşka hikayeler ve izlerle, bambaşka topraklarda yaş alsak da bir yerlerde yollar kesişiyor ve benzer keşifler yapıp benzer bir anlayışa varılabiliyor yaşamla ilgili. Ben deneyim için geç diye bir şey olmadığını düşünüyorum, deneyim her ne zaman yaşanmışsa, en doğru zaman o zamandır, kişi o zaman almaya, anlamaya hazırdır ama bilgi için geç diye bir şey vardır. Ve geç bilgiye çok yazıktır.


Bazı bilgilerin bu nedenle farklı yaşlarda, farklı farklı şekillerde anlatılmasından yanayım. Bazen oyunla, bazen hikayeyle, bazen dinleyerek, bazen deneyimleyerek, bazen okulda, bazen evde, işyerinde, sokakta... İnsanlık tarihi boyunca insana ve yaşama dair her ne varsa keşfettiğimiz elden ele paylaşmalıyız.


Bunlar psikoloji biliminden gelen birkaç bilgi insana dair...


Algımız gerçekliğimizdir


İnsana dair tüm teoriler insanın öznel gerçekliğinden bahseder. Yani der ki insan duyularıyla ve sezgileriyle algıladıkları üzerine inşa ettiği bir “gerçeklik” içindedir. Bu şu demek: Bizim dünyayı anlama ve yorumlama şeklimiz inançlarımızı ve hayatı nasıl yaşadığımızı doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle algı anlamayı sağladığı kadar “yanlılığı” da sağlamaktadır. Dolayısıyla çoğu zaman benim için “gerçek” olan bir başkası için olmayabilir. İnsanın gerçeklikle olan ilişkisini bilmek ve algıdaki yanlılıkları anlamak insanı derinleştirir.


Çünkü aslında hiçbirimiz dar bir gerçeklik istemiyoruz, cehaletin mutluluk getirmediğini biliyoruz. Daha çok öğrenmek ve keşfetmek yönünde bir motivasyonumuz var. Belki de mesele neyi bilmediğimizi bilmeyi öğrenmek. Böylece bizde olmayıp başkalarında olan algılama şekillerini de fark edebiliriz. Bilmemenin olağanlığını kabul ederek ve neyi daha çok bilmek istediğimize kulak vererek başlanabilir.


Duygular geçicidir


Duygular geçicidir ve bu nedenle biz onlara psikolojide duygudurum da deriz. Duygular pek çok farklı nedenle ortaya çıkarlar. Örneğin; aklımıza bir an gelebilir, eski bir arkadaşı görmüş olabiliriz, bir olaya şahit olabiliriz ya da özel bir anımızı hatırlayabiliriz. Çoğumuz bizi olumlu duygulara götüren çevre koşullarını oluşturmak için çabalarız. Hatta “mutluluğun” ekonomi içerisinde büyük bir pazarının olduğu da söylenebilir. Mutluluk vaat eden tatiller, kurslar ya da mülkler... Fakat biz biliyoruz ki hiçbir duygu kalıcı değildir ve mutluluk bir nesneden değil ona verilen anlamdan gelmektedir. Bunu bilmek önemlidir çünkü olumlu hisler için olduğu gibi olumsuz hisler için de geçerli bir kuraldır bu. Dolayısıyla iyi hissettiğimizde o anın tadını çıkarmaya odaklanmak, bize iyi gelen an’a kıymet vermek kadar iyi hissetmediğimizde de geçeceğini bilmek gerekir. Hayat inişleri, çıkışları, dönüşleri ve dönemeçleri ile bir bütündür. O içinden hiç çıkılamayacak gibi hissedilen duygular yavaş yavaş azalacaktır. Özellikle gençlik yıllarında hayatla bu yönde ilişki kurmak daha zordur. Engeller, takılmalar, zorluklar daha başedilmez, gelecek daha uzak görünür. Yaş ilerledikçe ise insan neleri, hangi zorlukları atlattığı ve nasıl dayandığı ile ilgili düşünüp şaşkınlık yaşar. Artık duyguların geçici olduğunu ise çok iyi bilir.


Mutlu olmak çaba ister


En mutlu insanlar kendileri ile en çok “çalışan” insanlardır. Çünkü mutlu olmak için çokça çaba gerekmektedir. Kimi zaman kendinle, hikayenle karşılaşmayı, bazı yükleri bırakmayı bazılarını kabul etmeyi, yeniden ve yeniden gücünü kendi içinde bulabilmeyi içerir. Çünkü mutlu olmak bir noktada hayatının kontrolünü eline almaya karar vermektir. Mağdur olmamaya karar vermektir. Odağını başkalarının hayatlarından kendi hayatına alabilmek, mutluluğu kendi ihtiyaçların, tüm sahip oldukların ve olmadıkların üzerinde inşa edebilmektir.


İlişki iyileştiricidir


İnsan doğduğu andan itibaren ilişki gereksinimindedir ve ilişki içinde hayata tutunur, kendini tanır, büyür ve gelişir. İlişkisizlik insan yavrusu için açlık ve susuzluk gibi ölümcüldür. Yaşamın her aşamasında ilişki besleyicidir. Hatta Irvin Yalom’un dediği ve araştırmaların da gösterdiği üzere psikoterapide de “iyileştiren/iyi gelen” tüm tekniklerin ötesinde, danışan ve terapist arasında kurulan güvene dayalı ilişkidir. Dolayısıyla başkalarıyla güçlü, güven ve sevgi temelli bağlar kurduğumuz ilişkilere sahip olmak temel ve önemli gereksinimler arasındadır. Bu bağ bir de parçası olunan dünya ve varolan tüm canlılara da genellenir ise insanın yaşamı derinlemesine anlaması mümkün olur. Yaşamın tüm çevre ile bir bütün olduğunu, yaptıklarımız ya da yapmadıklarımızın bu döngü üzerindeki etkisini keşfetmek hem sorumluluğu hem de yaşama dair tatmini arttıran bir kavrayıştır. Tüm canlılara nezaket ve saygı, iyi ilişkiler sadece iyileştirmekle kalmaz çok daha büyük etkiler yaratabilir. Bunu dünyaya getirdiğimiz her çocuğa öğretmek yükümlülüğünü taşımalıyız. Çünkü çok değil sadece “ağaçlarını tanıyan bir çocuk dünyayı kurtarabilir."

Kaynak


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.