Pandemide geçen bir “çocukluk” hikayesi
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... dünyanın başına çok değişik bir hal gelmiş. Hayatın akışı öyle bir değişmiş, öyle bir değişmiş ki insanlar evlerinden çıkamaz, çocuklar okula gidemez, sokakta oynayamaz, arkadaşlarına dokunamaz, özellikle büyükanne ve büyükbabaları ile görüşemez olmuşlar. Dükkanlar, restoranlar bir açılıp bir kapanırken, herkes yüzlerine maskeler takmaya, birbirini uzaktan selamlayıp, kapalı yerlerde görüşmemeye başlamış. Birbirini gözlerinden tanıyan insanlar için o günlerde hayat, daha önce hiç bilmedikleri şekilde “mesafeli” yaşanmaya, günler, aylar ve belki yıllar böyle geçmeye başlamış. Yetişkinler hızla bu yeni düzene adapte olmaya çalışırken birisi için olanları anlamak ve bu olanlara uyum sağlamak hiç kolay değilmiş. Onun adı “çocukluk” muş.
Çocukluğun kafası ve duyguları karmakarışıkmış. Bazen kendisini çok yalnız, bazen kaygılı, bazen öfkeli, bazen umutsuz hissediyormuş. Mutlu hissettiği de oluyormuş tabii ama nedense uzun sürmüyor, “ufak” bir şey tekrar moralini bozabiliyormuş. Gece olduğunda uyumak, sabah olduğunda uyanmak her geçen gün daha zor olmaya başlamış. Kendisini anlayamadığı bir şekilde yorgun ve huzursuz hissediyor, bir gün başı, başka bir gün kolu, bacağı, karnı ağrıyor, çoğu zaman ise bir şeylerin istediği gibi olmamasından yakınıyormuş. Giderek her şey anlamsız gelmeye ve nasılsa olmayacak diye artık hayal bile kuramamaya başlamış. Eskiden yapmayı sevdiği pek çok hobisiyle ilgilenmek istemiyor, kendisini oyalamanın tek yolunun ise bir ekrana bakmak olduğunu düşünüyormuş...
Tanıdık geldi mi bunlar size? Eğer öyleyse bir de şu sorular üzerine düşünebilir misiniz:
• Bugünlerde çocuk olmak nasıl olurdu sizce?
• Pandemi hangi yaşınıza denk gelmediği için şükrediyorsunuz?
• Bugün bu duyguları ve kısıtlamaları yaşayan çocuklar geleceklerine neler taşıyacaklar dersiniz?
• Bu süreci daha olumsuz deneyimleyen çocuklar için ne yapabiliriz?
İlk iki sorunun cevabını size bırakıyorum, son iki soru ise yazının bundan sonraki kısmını oluşturacaktır.
Bugün hemen her çocuk kısa ya da uzun süreli bu duyguları hissetmiş ve doğrudan ya da ailesi üzerinden dolaylı bir şekilde kısıtlamalardan etkilenmiştir diye düşünüyorum. Ancak öznel ve kolektif geleceklerine ne taşıyacaklarını anlayabilmek için hemen her durum için dikkate aldığımız koruyucu faktörleri ve risk faktörlerini psikolojik dayanıklılık bağlamında gözden geçirmeliyiz. Yani “nasıl oluyor da aynı durum bir çocuğu olumsuz etkilerken diğerini etkilemiyor”u anlamalıyız.
Artık günlük dilde de karşılık bulan bir kavramdan bahsedeceğim; psikolojik dayanıklılık (rezilyans). Bu kavram bize bazı kişilerin zorlayıcı yaşam olayları ile daha iyi baş edebilme, iyileşebilme ve uyum sağlama yeterliliğine sahip olabileceğini söyler. Ayrıca dayanıklılık yüksek olduğunda hem algılanan stres düzeyi daha düşük olmakta hem de stresle daha iyi baş edilebilmektedir. Dahası karşılaşılan stresli yaşam olayları, yaşamın bir bölümü olarak görülebilmektedir. Bu da stres veren durumun “geçeceğine” dair bir umut ve iyimserlik taşımayı sağlar. Yani psikolojik dayanıklılık bir noktada psikolojik iyi oluşa da bir kapı açmaktadır.
Peki nasıl psikolojik olarak dayanıklı olunur?
Burada birden çok kavramın dinamik ilişkisinden bahsediyoruz. Çünkü araştırmalar bu dayanıklılığın oluşmasının kişisel yapısal özellikler, ailesel etkenler ve çevresel destek sistemleri arasındaki etkileşime ve bunların içindeki risk ve koruyucu özellikteki faktörlerin dengesine bağlı olduğunu söyler.
Kişisel özellikler olarak zeka, mizaç, fiziksel sağlık, olumlu benlik algısı, mizah duygusu, içsel kontrol odağı, etkili problem çözme becerileri gibi özellikler bizi zorluklar karşısında halihazırda koruma işlevi görürken bu durumun aile tarafında yakın ve güçlü ilişkiler kuran, açık kurallar belirleyip, tutarlı sonuçlar uygulayan ebeveynler ve çevre tarafında olumlu arkadaşlık ilişkileri, okul, sosyal sistemler ile desteklenmesi çocuğun stresli yaşam olayları ile daha rahat başa çıkabilmesini sağlamaktadır. Bununla birlikte ruh sağlığı için risk faktörü olarak görülen hamilelik ve doğuma bağlı güçlükler (erken doğum vb.), kronik hastalıklar, bilişsel zorluklar, travma geçmişi, ebeveynlerin ruhsal hastalıklarının olması, boşanması ya da ölümü, tek ebeveyn ile yaşama, ekonomik zorluklar söz konusuysa bu çocuğun zorlayıcı olaylar karşısında daha kırılgan olma ihtimalini ve daha çok korunup, kollanmasının gerekliliğini düşündürür. Kırılgan bir çocuk yeterince korunup desteklenmezse, pandemi gibi bir dönemden geleceğe daha kırılgan bir ruhsal altyapı taşıyacaktır.
Peki biz pandemide zorlanan çocuklar için ne yapabiliriz?
Olağandışı ve halihazırda yaşamı tehdit eden doğası ve oluşturduğu duygular nedeniyle içinde bulunduğumuz sürecin bu haliyle “travmatik” durum tanımına girdiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte kısıtlılık ve tehdit devam ettiği için, geçmiş öyküsünde yukarıda bahsedilen risk faktörleri olan çocukların bu süreci daha zor geçirdiklerini bilmeliyiz. Dolayısıyla koruyucu faktörleri arttırma yoluyla, risk faktörlerinin olumsuz sonuçlar oluşturma etkisini azaltabiliriz. Yani;
• Olumlu duyguların çoğalmasına, olumsuz duyguların ifade edilmesine odaklanmalıyız. Çünkü biliyoruz ki bir çocuk duygularını ne kadar ifade edebiliyorsa o kadar az şeyi bilinçdışına atar.
• Kendisini yetkin ve yeterli hissettiği bir alanla uğraşmasını desteklemeliyiz. Bu deneyim çocuğun “yapabilirim” düşüncesini çoğaltır, yeterince destekleyici bir çevre sağlandığında ise bu düşünce giderek “baş edebilirim” düşüncesine evrilir.
• Gülmek, ağlamak ve hareket etmenin sinir sisteminin stresi dönüştürme yolları olduğunu unutmamalıyız.
• Düzenli aile etkinlikleri planlamalıyız. Çünkü araştırmalara göre yetişkin olduğumuzda hafızamızda çocukluğumuza dair kalan mutlu anılar içerisinde sıklıkla tekrarlayan aile etkinlikleri (piknik, birlikte oyun oynama, film geceleri, keyifli akşam yemekleri vb.) yer alıyor.
• Mümkün olduğunca arkadaşları ile ilişki ve iletişim halinde kalmasını desteklemeliyiz.
• Kendi stresle baş etme şeklimizin doğrudan en etkili model olduğunu hatırlamalı ve kendimizi güçlendirme ve iyi hissetmenin yollarını aramalıyız.
• Çocukların bir sünger gibi çevrelerinde olan duyguları, bilgileri, davranışları emdiğini hatırlayarak bilgide, hızda, sözlerimizde daha sade olmanın yollarını aramalıyız. Çünkü bazen küçük değişimlerin büyük etkileri olur; belki ekran süresinin biraz azalması ya da çocukların yanında neler konuştuğumuza dikkat etmemiz, daha iyi olmanın yolunu açabilir. Parçalar çoğu zaman toplamından büyük etki yaratır.
...
Sonra çocukluk anne ve babasını izlemeye başlamış. Anne ve babası, evle ve işleriyle ilgili sorumluluklarını yapmak için uğraşıyor, birbirleriyle ve kendisiyle şakalaşıyor, onu dikkatle dinliyor ve birlikte geçirdikleri zamanlara çokça özen gösteriyorlarmış. Onların genel olarak sakin olmaları, günlük rutini sürdürmeleri, ilgilerini çeken uğraşlarına vakit ayırmaları ve birlikte keyifli vakit geçirmenin yollarını aramaları çocukluğu bir an için düşündürmüş; “anne” diye koşmuş, “anne sana bir şey sormam gerekiyor ama bana doğru cevabı vereceksin”, “tabii ki” demiş annesi ve merakla onu dinlemeye koyulmuş. “Ben eskiden olan her şeyi çok özledim. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum, tüm bunlar geçecek mi?” Annesi önce onu kucağına alıp sımsıkı sarılmış ve “ben bu dünyada uzun zamandır yaşıyorum ve artık biliyorum ki her kışın bir baharı, her gecenin bir sabahı vardır, tabii ki geçecek, bazen böyle duygular kapımızı çaldığında ‘eyvah’ deriz, hiç gitmeyecek gibi gelir çünkü. Ama o gelir, sen izin verirsen biraz kalır ve eğer dinlersen sana bir şeyler söyler ve sonra usulca gider.” Sonra çocukluğun küçük elini alıp, küçük kalbine koymuş; “bak bakalım bu kötü hislerin şu anda sana ne diyor?” “Anne birlikte bir oyun oynayalım mı?” Çocukluk o sırada çoktan yatakta zıplamaya başlamış bile...
Çünkü aslında;“Çocuklar için ne geçmiş vardır ne de gelecek, bizim pek payımıza düşmeyen bir şeyin, şimdiki zamanın keyfini çıkarırlar.” (Jean de La Bruyere)
YORUMLAR