Anneme mektup

Gece, ellerim doğuracak seni.

Ellerimden doğuracağım beni.

Bana saklı, sana aşikar bir türküyle...

Ellerim, Leyla'nın elleri.


Bugün gökyüzü siyah bir yorgan gibi yeryüzünün üzerini örttüğünde halamın oğlum için ördüğü mavi yeleğin fotoğrafını gördüm anne. Öğretmenlik yaptığım okula doğru arabamı sürüyordum, o sırada gökyüzü yeryüzünü gözyaşlarıyla yıkamaya başladı ve ben seninle birlikte ve ayrı geçirdiğimiz seneleri, bu seneler içinde ayrı ayrı geçtiğimiz yaşam eşiklerini düşündüm. Geçen ara tatilde yan yana olduğumuz günlerde; geçmiş zaman fotoğraflarımızı izlemiş, geçmişimizde bir gezintiye çıkmıştık. Fotoğraflardaki hâllerimize gülümserken beni doğurduğun yaşları artık benim de geçtiğimi düşündüm. Biliyor musun anne? Oğlumun beşiğini tıngır mıngır sallarken kendimin ve senin beşiklerimizi de salladım her gece. Al karısı ciğerlerimizi alıp götürmesin diye kırmızı yemenilerle örttüm beşiklerimizi.


Oğlumun bedenimde bir kalp olarak bedenlenmeye başladığı ilk günden bu yana, insanı anlamak üzerine çalıştığım yollardan geçtim. Anne ben yaşamın dilini konuşabiliyor ve yaşamın sesini işitebiliyorum. Bu sesten işittim ki: Bir insan evvela özündeki mücevheri onu doğuran, doyuran, ona toprak olan, yurt olan annesi görsün ve bu mücevherin ışığını evladına yansıtsın istiyor. İnsan, annesi onu ve kendisini nasıl görürse kendisini ve dünyayı o gözlerle algılıyor. Gözler mühim, bakışlar mühim, hissedişler ve ifade edişler çok mühim.


Oğlumun beşiğini tıngır mıngır salladığım her gece seni ve beni de koynumda uyuttum anne. "Güzelliği güzide, kokusu firdevs kızım" diye diye sevdim bizi. Sonra büyüdüm ve anneannemin pamuk saçlarını anne ellerimle sevmek istedim. Sonra hatırladım, onun başını dizime yatırıp pamuk saçlarını minik ellerimle sevdiğim geçmişimizi hatırladım. Birbirimizin hem annesi hem çocuğu olduğumuz geçmiş zaman döngülerimizi izledim. Anneannem yaşamını unuttuğunda ona hafıza olan seni, ben onu beyaz sabunlarla yıkarken ard arda anlattığı anılarını dinleyip sırtındaki su damlalarını Buldan havlusuyla silen beni... Anlaşılmak, duyulmak, görülmek isteyen seksen yaşındaki Eşe kızı... Bizler birbirimizin bedeninde nefes alıp vermeye devam ediyoruz, ruh parçalarımız birbirine karışıp bir ebru tablosuna dönüşmüş. İşte ben beni, kendi ellerimden yeniden doğurduğumda hepimizin toprağına merhamet tohumları ekeceğime inandım. Sevilmeye layık olduğumuzu hissettiğimizde, özümüzü kendi gözlerimizle görüp sevgiyi kendimize ve birbirimize cömertçe ikrâm ettiğimizde yaşamı unutmayı seçmeyeceğimize inandım. Anneannem unutmayı seçti, cennete ilk adımını unutuş kapısından geçerek attı. Oysa bizim merhamet tohumlarımız zeytinin ve tütünün ötesine geçip toprak ananın bağrında sulandılar. Toprak anayı, hepimize ana olan dişili affedelim anne. Anneliğimiz ve kadınlığımız bizim derinliğimiz. Derinliğimiz ise aydınlığımız bizim.


Ben bu bahar bir tiryaki gibi aydınlık içtim anne.* Aşk, topraklarımıza beyaz bir güvercinin minik ayaklarıyla zarifçe yerleştiğinde susuz kalmış topraklarım yudum yudum merhamet içti. Merhametin kapatamayacağı bir boşluk, iyileştiremeyeceği bir yara, sarılamayacağı bir çocuk yok bu dünyada. Kat kat giydiğimiz kıyafetlerimizden, yargılarımızdan, korkularımızdan soyunalım. Biz kadınız, bir kadın içinde şifa ve aydınlığı taşır. Onun; bedeninde bir canı büyütme, bu canı dünyaya getirebilme ve onu bedeninin yaptığı sütle besleyebilme gibi süper güçleri vardır. Yaşamın gizini iliklerinde duyumsayabilir bir kadın. Bir bahçeyi, bir okulu, bir insanı dikenli çalı donundan bereketli ve aydınlık bir hâle dönüştüren gizden bahsediyorum. Biz kadınız, suyuz, nefesiz, aşkız biz. Kendi ellerimiz, kalbimizin kör noktasını zarafetle açabilecek anahtarlar olmanın bilgisine sahiptir. Işığımızdan korktuğumuz kadar korkmuyoruz karanlıktan ve karanlık, ışığımızdan daha güçlü değil.


Ömrümüzün son demlerinde ışık olmayı birlikte seçelim ve aydınlığı çoğaltalım. Sen ki Leyl-i Kadir çocuğusun, ben de senin çocuğunum, bir de benden doğan var ve ondan doğacak olanlar... Topraklarımızda zarafetle yeşeren aşkı ve merhameti geleceğimize miras bırakalım. Gecenin bilgisiyle, aydınlığın şifasıyla... İşte bu, tam da bu yeterli.


Halamın, oğluma mavi yelek ören pamuk ellerini öpüyorum. O yeleği kardeşimin gelecekte doğacak çocuklarına da saklayalım. Onlar da torunlarımıza saklasınlar. Torunlarımdan biri senin ve benim beşiğimi tıngır mıngır salladığında onun kulağına emeğin, merhametin ve ışığın ninnisini fısıldayalım. Bir de söyleyelim: "kırmızı yemeniler örtülsün beşiklerimize."


Miras bırakmak için gören ve işiten bir ninni yeterli, tam da bu yeterli annem.


Gece,

bir derin leylasın.

Kalbinden kanatlılar için söylenmiş bir ninnisin.

"Aydınlığa uçanların ninnisi."







YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Tebrikler
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.