Mor menevşe

"Bişnev in ney çün şikâyet mî küned, Ez cüdâyîhâ hikâyet mî küned."*


Bedeni can bulmuş her canlının yaşamı anlatılmaya değer bir hikâyedir. Her canlı, özünü bir bebeğin hasretlik çektiği anne kucağı gibi özler. Her öz, görünür olmaya; her varlık âyan olmaya layıktır. Topraklarımız kız çocuklarının şen sesini, kadınların bereketli neşesini sevmez. Duyguların köy evlerindeki yorganlar altına saklanan mücevherler gibi sır olması beklenir. Sırların insanları koruduğuna inanarak büyürüz coğrafyamızda. Sırlar insanların dudaklarını çatlak topraklar gibi kurutur. Biz bu dudaklara can suyu verip dudakların mührünü çözmeye geldik.


İçimin topraklarında siyah bir gül büyür, yapraklarından birkaçını toprağa bırakmıştır. Gülün toprağa değen yapraklarına bakarım, bakarken bir rüzgar eser. Rüzgar güvercinleri getirir. Güvercinler minik ayaklarıyla toprağa konar, siyah gülün yapraklarını minik gagasına kıstırır. Yaprak sıkışır, yapraktan kan damlar. Yaprak kanar, gözlerim izler. Yaprak kanar, güvercinin tüyleri siyaha çalar. Yaprak kanar, güvercin gider, kervan yola düzülür. Bir bulutun gölgesinde, toprağın çorağında yol alan kervandan bir yolcu bir ney üfler. İşitilen ezgi; yolcuyu ağlatır, gülü ağlatır, bulutu ağlatır. Bulut, yazgısı yol ayrımlarında mühürlenmiş insana ağlar. Bulut öyle ağlar, öyle ağlar ki toprak suyu içemez, tutamaz, bırakır. Su, toprağı yatak bilir; onun üzerinden akar. Kervan suya teslim olur. Su akar, şimşekler çakar, rüzgar uğuldar. Tüm bunların arasında bir ana, bir masal anlatır. Ruha dair bir masal. Ve ruha dair bir ninni mırıldanır dudaklarından: "Yürü oğul yürü gidelim de buralardan..."


Ninniyi işiten yeryüzü beşik gibi sallanır, toprak ortadan ikiye ayrılır. Bereketinden sual olunmaz onun. Gaia'dır o, toprak anadır. İnsanların bir kısmını bağrına saklar, diğer kısmıysa devam eder yolda olmaya. Yolda olanlar aynı sözü söyler durur: "Ölüm gibi bir şey oldu ama ölmedik."


Gülün dökülmeyen yaprakları olanları izler. Bu insanlar nereye gider? Bu yazgı tüm zamanların yazgısıdır. Zamanın ruhunda bazen yas vardır, bazen göç vardır. Güvercin kendi göğüne uçar, ayrılığın bilgisini anlatır kendi kavmine. Buluttan akan yaş diner, bulut ayrılır insanların göğünden, vedanın bilgisini anlatır suyun kalbine. Su; aşkı, dostluğu, muhabbeti, doğumu, tutkuyu, yalnızlığı, birliği ve vedayı kaydeder hafızasına. Suyun hafızası vardır, akmayı bildiği gibi bilir sır tutmayı.


Kervanın masalcısı sudan işittiklerini kendi hissettikleriyle buluşturur ve sağ kalanlara anlatır. Kimi adına "hasret" der bu masalın, kimi "ölümsüzlük". Herkes kendi gözleriyle görür, kendi kulaklarıyla dinler, kendi dudaklarıyla anlatır. Herkes kendi kalbiyle sever, kendi canıyla acır, kendi ruhuyla tanır. Her birine tesir eder insanlığın yazgısı. Zaman dönüşürken kimse aynı insanoğlu değildir.


İçimin topraklarında siyah bir gül büyür, yapraklarından birkaçı kırmızılaşır, birkaçı beyazlaşır. Kırmızı yapraklardan kına yapar kadınlar. Yol ağzında uğurlananların avuçlarına yakarlar. Beyaz yapraklardan duvak yapar kadınlar. Gelin olanların saçlarına takarlar. Yıkım kadar normaldir yeni yollar, düğünler, doğumlar, yuvalar, aşklar...


İçimin topraklarında kadim bir ezgi yankılanır. Dinlemeyi bilen her insanın duyabileceği bir ezgi. İçimin topraklarında bir turna uçar, sema döne döne selam uçurur kayıp topraklara. Bu topraklar kanla, gözyaşıyla sulanır; yine de vazgeçmez zeytinler sürgün vermekten. Deliceler içimin dağlarında yaşar; ellerimi tutar, ruhuma ruhunun şifasını üfler. Fısıldar ölümün ve yaşamanın bilgisini. O vakit mor menevşeler görünmeye başlar gözüme; derin bir oh çeker yüreğim.


İşte yazdım ben, birlikte yol yürüdüğüm kadınlarımı, kız çocuklarımı, oğlumu, yaşamı tanıyışımı. Bir günah gibi saklanırdı içimdeki kız çocuğu. Ellerini uzattı bana, ellerim ellerimi tuttu; büyüdüm, kadın oldum, doğurdum. Ben doğurduğumda annemin analığa ilk adım atan hâlinden büyüktü yaşım. Ben annemin beşiğini her seher vaktinde tıngır mıngır salladım. Annem, teyzelerim, yanımdaki yöremdeki kadınlarım; bizler gelinliklerimizi düğünümüzden sonra yeniden diktik ellerimizle. En mutlu günüm dudaklarımdaki mührü kırdığım gün olmuştur.


İçimin toprakları susuz kalmıştı. Ağaçların susuzluk çığlıkları gibi, insanın var oluşundan bu yana attığı çığlığı duydum: Su! Elime bir çömlek can suyu aldım; bebeleri, kız çocuklarını, genç kadınları, yaşı olgun anaları, ellerinin kırışığı yaşını aşikâr eden koca kadınları... Her birinin topraklarını can suyuyla suladım. Topraklar nemlendi, varlıkları âyan oldu.


Bir günah gibi saklanan, özleri mor menevşe kız çocukları gördüm. Özgürlüğe susamış bakışlarını gördüm. İnsanın yazgısındaki tüm tohumlardan vardı topraklarında. Kara çalılar kendiliğinden ormana karışırken; umut çiçeklerini sulamanın, bereketi çoğaltmanın, öz meyveyi ortaya çıkartmanın bir seçim olduğunu anlattım onlara bakışlarımla. Bakışlarımda özgürlüğü gördüler. Aynı yöne baktığımız vakit yeni bir ninniye durdu dudaklarım.


Mor menevşelerim can suyumuzu içtik. Hep birlikte bahara eriştik. Ninni kızlarım uyanın, uyanın da özünüz meydana serilsin.


*Şu ney'in nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun nevâsı ayrı­lık hikâyesidir. (Rûmi, Mesnevî)







YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.