Lohusa erkekler!

Bana ayrılmış olan beyaz koltuğa geçip ayaklarımı ılık suya bıraktım. Ilık su ayaklarımdan başlayarak tüm bedenime rahatlık vermeye başladı. Gerçekten kendimi çok iyi hissettim.


Nerede miyim?


Bir arkadaşımın hediyesinin tadını çıkarıyorum. Levent’te özel bir masaj merkezinde ayak bakımı yaptırıyorum. İlginç bir sistem. Kendinizi kraliçe gibi hissediyorsunuz. Normalde, bedava olmasa ben böyle bir yere gelmem. Vicdan azabı çekerim, bu kadar sıkıntı çeken insan varken ama hediye olunca ne yaparsanız geleni geri çevirmek olmaz, buradayım. Gözlerimi kapatıyorum. Bana verilen dergileri bir kenara bırakıyorum. Kendime yeşil çay söylüyorum. Âdet edindim günde bir kaç bardak yeşil çay içiyorum. İyi de geliyor.


Gözlerimi kapatmış anın tadını çıkarırken bir yandan da içimden “ben buna değerim” olumlaması yapıp hala bazı şeyleri haketmediğini düşünen tarafımı iyileştirmeye çalışıyorum. Bu arada bir erkek sesi duyuluyor, hemen kendime çeki düzen vermeye başlıyorum. Gözlerimi açıp sağ tarafıma baktığımda bir erkeğin yandaki ayak bakımı koltuğuna oturduğunu, neredeyse dizlerine kadar sıyırdığı paçalarını kıllı ayaklarını suya koyduğunu görüyorum.


Ayaklarını suda çocuklar gibi oynatıyor. O da aynı benim gibi bakıma gelmiş.Yan yana oturuyoruz, bir ara göz göze geliyoruz, selamlaşıyoruz.


Erkekler ve pedikür. Evet neden olmasın mümkün. Ama yinede insan estetik birşeyler arıyor. İçimden “keşke şimdi yanıma Brad Pitt ya da Mel Gibson gelseydi, o zaman bu bakım bana tam bir hediye olurdu.” diyorum.


Tuhaf ama olabilir, kabul edilebilir bir durum olduğuna karar veriyorum. Sonuçta ayakların hepimize hizmet ettiği ortada. Biz kadınlarınki can da erkeklerin ki patıcan mı? İşte alışık olmayınca garip geliyor. Sanırım Şanal da gelmeli. Sağlık açısından gerekiyor.


Bu düşünceler içinde gidip gelirken arasıra beyfendiyi kesmiyor da değilidim. Ne yapıyor? Canı sıkılıyor mu? Benim genelde bir süre sonra canım acayip sıkılır, daral gelir böyle şeylerden.


Ama beyfendi oldukça rahat hatta kendisiyle ilgilenen hanım kızımızla derin bir sohbete koyldular bile. Onun da batarı varmış, dertli dertli anlattı.


Ben de gözlerimi kapatıp, erkeklerin etek giydiğini hayal ettim. Hatta daha ileri gidip takım elbise altlarına açık ayakkabılar, parmak arası terlikler düşündüm. Rahatlık hepimizin hakkı.


Kadın erkek eşitliğini tartışırken biz kadınlar kendimize olduğumuz kadar erkekler için de adil olabiliyor muyuz? Sanırım hayır. Bir tarafımız hala “O erkek, nasılsa halleder.” diye düşünüyor, onların duygularını yok sayıyoruz.


Anne olduğumuzda daha bir eziyoruz erkekleri. Yaşama yaşam kattığımız için kendimizi ayrıcalıklı görüyoruz belki de. Peki biz anne olurken onlar baba olmuyor mu?


Babalık kolay bir şey mi? Elbette değil. Biliyor musunuz Türkiye’de henüz çok bilinmese bile, doğum sonrası babalar da lohusalık dönemi geçiriyorlar. Biz erkeklerin yaşadığı bu süreci görmezden geliyoruz. Onları bebeğimizi büyütürken azarlıyor, anlamadıkları için tersliyor, her türlü nazı kaprisi yapıyoruz. Biz lohusayız yapabiliriz.


Doğal.


Ama erkek için de doğal hanımlar. Sevdiği kadın karşısında. Dokuz ay o süreci yaşarken hem onu hem de bebeğini kaybetme korkusunu erkek de yaşıyor. Sevdiği kadının sancıları tutup ondan ayrıldığında kapının önünde telaşla beklerken onunda zihninden onlarca senaryo geçiyor. Bebeğini karşısında gördüğünde o minik ellere dokunduğunda ne kadar çaresiz ne kadar güçsüz olduğunu o da hissediyor. Belki de ilk defa bu kadar kendini yetersiz hissediyor ve ifade edemiyor, paylaşamıyor, ağlayamıyor. Uzaklara gitmek kaçmak istiyor, sevmediği için değil yetemediği için.


İşlerine daha fazla odaklanıyor. Güçlü olduğu alan neyse ona yöneliyor. Aklı kalbi hep arkada, sevdiği iki insanda. Bu yüzden erkek hem kadını hem bebeğini uyurlarken seyredermiş. Anlamak ve duygularını ifade etmek için.


Dikkat edin erkekler de lohusalık döneminde gergin oluyor. Çok da normal. Bizim için nasıl yeni bir şeyse onlar için de yeni. Bilinmeyen bir şey.


Oğlum doğduğunda küçük yaşta anne olmuştum. Elim ayağıma karışmış, günlerce “Ben iyi bir anne olamam,” diye ağlamıştım. Dağları yıkabilirdim ama karşımda duran 30-40 cm arası bu varlığa yetemezdim. Çünkü bilmiyordum ki annelik nasıl bir şey? Tabii yıllar geçiyor ve hem anne hem de baba olmanın öncelikli şartının koşulsuz sevgi olduğunu öğreniyorsunuz.


İkinci bebeğimi 30 yaşında kucağıma aldım. Bir şeyler değişti mi, heyecan azaldı mı? Hayır aynı heyecan aynı bilinmezlik aynı endişeler. Hal böyleyken, erkekler, babalar ne yapsın değil mi? Bebekle mi yoksa kimyası değişen bizle mi başa çıksın!


Biz kadınlar ne mi yapacağız? Bu deneyim iki taraf için de yeni, ancak sevgi anlayış empati bu süreci başarı ile atlatmamıza yardımcı olur. Erkek için de kolay olmadığını anladığımızda onlara kükremek yerine bebeğimizi ve bizi kendi sevgi dilleri ile sevmelerine izin veririz.


Aşk’la…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.