Ölüm, yaşamak kadar doğal...

Her yıl olduğu gibi, bu yıl da Esma-Ül Hüsna çalışması için dört günlük Şirince kampında danışanlarla buluştuk.


Sevgili kızım Ala Su da benimle birlikteydi. Dört günlük eğitimin sonunda, neden orada olduğunu anlamıştım.


İkimiz de pek çok şey fark ettik, hem birbirimize daha yakın, hem daha özgür olduk.


Zaten hangi anda, kiminle berabersek, her zaman en mükemmel buluşma o olmuyor mu?


Eğitim başladıktan kısa bir süre sonra katılımcılardan biri ağlamaya başladı. Çok yakın bir zamanda eşini kaybetmişti, hala acı çektiğini söyledi. “Bundan daha doğal bir şey yok” dedim.


“Acıyı yaşamazsan ondan özgürleşemezsin. Seni, sen farkında olmadan esaret altına alır. O yüzden kabul et acını, bırak yaşasın ruhun bunu. Yaşadığın şey seni güçlü kılar. Yaşadığın şey sana öğretir. Arkanı dönmenin bir anlamı yok. O her zaman orada durur. Dön ve onun gözlerinin içine bak. Sahipsiz bırakma ki katlanmasın.


Merak etme, zamanı geldiğinde, sabah uyandığında bir bakacaksın ki, o gitmiş.


Eşinden geriye güzel anılar kalacak. Eğer istersen.”


Eşiyle kaç yıldır birlikte olduğunu sordum. 12 yıllık evliydiler. “Ne güzel” dedim. “Ölümü sadece bir an. Birlikte yaşadığınız ise 12 yıl. Birbirinden güzel, sevgi dolu anılarınız var. O halde onları şimdiye getir. Şimdini ve geleceğini, güzel anıların enerjisi ile doldur.”


“Ama şu an acını yaşa. Onun içinden akıp gitmesine izin ver.”


Hepimiz bu genç hanımın deneyiminden etkilenmiştik. Minik meleğim konuşmaya tanık olmuştu. Bir an panikledim, ama sonra yaratanın her zaman eşsiz bir planı olduğunu hatırladım.


Bu genç hanım, aynı zamanda dokuz yaşında bir kızı olduğunu ve onun babasının kaybından çok etkilendiğini söyledi. Kızını getirmemişti ama kalbimin derinlerinden gelen bir ses onun burada bizimle olmasını istiyordu. “Çağır gelsin” dedim.


Ertesi gün öğlen saatlerinde anneannesi ve tatlı kızımız geldi. Etrafla çok iletişim kurmuyor, kendince, “güçlüyüm” oyunu oynuyordu. Uzaktan ona sevgi göndermeye başladım. “Acını görüyorum ve seni anlıyorum, seni seviyorum.”


Herkes özel bir ilgi gösterirken, ben onun koyduğu mesafeyi, saygımdan ötürü korudum. Biraz yakın oturduğumuzda iç sesimle yine ona “Seni seviyorum, anlıyorum, üzgünüm” dedim. Annesi şaşırdı. Çünkü çok farklı bir çalışma bekliyordu.


Kızıyla değil, ama onun bu deneyimiyle ilgili küçük melek dokunuşları yaptım. Sadece farkındalık için, çünkü kaybı çok yeniydi ve acıyı yok saymak, üstünü örtmek doğru olmazdı. Duygularını ifade etmesine izin verdik. Rahatladı.


Bu arada Ala, bu kızımızla arkadaş oldu. Başka bir katılımcının da kızı vardı. Üç kız birlikte keyifle oynadılar.


Ala’yı ilk kez bu kadar hassas görüyordum. Kazanmayı çok sevdiği halde bu sefer, kazanmaktan daha değerli şeyler olduğunu fark etmişti. Onun o güzel kalbini bir kere daha çok sevdim.


Bir akşam bu üç bıcırığı da eğitime davet ettim. Tatlı kızımız birkaç kere eğitim salonuna gelip, oturup sessizce bizi dinlemişti.


Onu oraya getirenin sevgi olduğunu biliyordum ve ben hikâyelerle, anlattıklarımla herkesin bir anısı olduğunu, tek başına olmadığını ona iletmeyi başarmıştım.


Üç bıcırık ve biz hanımlar bir araya geldik. Akşama güzel bir oyunla başlayacağımızı söyledim. Oyunun adı “hayatımızdaki doğal şeyler”.


Sırayla herkes kalkacak, doğal olanları yazacaktı. Hepimiz bir şeyler yazdık. Nefes almak, mutlu olmak, yemek yemek, tuvalete gitmek… En son “Aaa bir şey daha var onu unuttuk” dedim... Sırayla ne olacağını sordum. Sonra kalemi alıp tahtaya doğal olanlar listemize “ölüm” yazdım.


Bunu yazdıktan ve ifade ettikten sonra tatlı kızımızın yüzünde bir aydınlanma oldu, şaşırdı ve rahatladı. Onunla başka bir şey yapmam, ya da konuşmam gerekmiyordu. Ölüm üzerine şakalaştık, çok doğal olduğunu, herkesin bir gün gideceğini ve bir gün yine yeniden bir araya geleceğimizi konuştuk.


O gece yatağıma uzandığımda, hayatımızda en doğal olan şeyin, ölümün neden dokunulmaz olduğunu düşündüm.


Neden ölüm üzerine hiç konuşmayız ya da hiç olmayacak gibi yaşarız ki! Oysa hiçbir yerde bu bedende sonsuz yaşayacağı söylenmemiştir. Bu kadar doğal olan bir şey neden yok sayılır ki? Belki de hep böyle yaptık. Zorlaştırdık hayatı.


Tabii ki zordur sevdiğin birini kaybetmek. Ablamı kaybeden biri olarak bunun zor olduğunu ruhu nasıl terbiye ettiğini biliyorum. Gerçi o zamanlar ben de ölümü doğal saymayanlardandım. Belki de o yüzden ruhum bu kadar acı çekti.


Sevişmek, mutlu olmak, yaşamak, keyif almak, istemek, dilemek, yapmak hepsi daha pek çok şey doğal iken bizler yasaklar koyarak nasıl zorlaştırdık hayatı. Acı çekmek sanki bir erdem ya da mutluluk bir günahmış gibi.


Ertesi gün sarılarak, kucaklaşarak bambaşka bir bağ kurarak ayrılıyorduk. Tatlı kızımızla sarıldık. Birkaç dakika sürdü bu sarılış. Artık ikimiz de özgürdük.


Özgürdük evet, onun acısını ben de içimde hissediyordum. Benim bir parçam da acıyordu. Aynı sahnedeydik. Farkında olmak sorumluluk almaksa, ben de farkında olduğum bir şey için tamamen sorumlu hissediyordum.


İkimizin artık sonu mutlu biten, ama yeni başlayan bir hikâyemiz vardı.


Peki benim meleğim ne öğrenmişti?


Uçakta giderken başını dizlerimden kaldırıp, “Anne, bir gün sen de ölecek misin?” diye sordu. Bir an sustum, geçiştirmedim. “Hayır, hep seninleyim” demedim.


“Evet, bir gün ben de herkes gibi öleceğim. Güzel olan senin benden sonra mutluluk ve sevgiyi devam ettirecek olman. Hem sevgide ayrılık yok ki. Bak ben gökyüzünde bir yıldız olacağım. Her gördüğün güzel rüyada da ben olacağım”.


Derin bir nefes aldı. Gülümsedi: “Bana el sallayacak mısın?”


“Hiç kaçırmam” dedim ve başını dizlerime koyup, yeniden güzel bir uykuya daldı.


Bir anne olarak kızıma karşı dürüst olduğum için kendimle gurur duydum.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.