Hayatı değiştiren filmler…

Bir kitap okudum, bir film izledim, bir şarkı dinledim; hayatım değişti.


Özel bir televizyon kanalının eski bir reklamına denk geldim geçenlerde. Hatırlar mısınız bilemem ama ben çok sevmiştim. Bir film hayatınızı değiştirebilir diyordu.

Aslına bakarsanız benim için de öyle olmuştu.


Oniki yaşından daha büyük değildim, ortaokul hazırlık sınıfındaydım, çırpı bacaklarım, kâküllerim ve şimdilerde yeniden moda olan Hüdaverdi’den hallice kemik çerçeveli gözlüklerim vardı.


Bir akşam; diğer akşamlardan hiçbir farkı olmayan o akşam; babam ve ablamla sinemaya gitmiştik. Arizona Dream’i izlemiştik. Emir Kusturica’nın adını telaffuz etmekte zorlanıyor, filmdeki şarkıları söylemeye çalışıyordum. Arizona Dream’den sonra ben büyüyünce sinema yapmak istediğimi söylüyordum.


Sonra zaman geçti. Ortaokul yerini liseye bıraktı. Her hafta sonu Ezgi ile sinemaya gidiyorduk. Sinema büyüydü, sinema rüyaydı, sinema hayattı.


Hatırlıyorum da ilk gençlik yıllarımda ben çılgın gibi film izliyordum. O da yetmiyordu okuyordum. Her yeni film yeni bir hayattı. Her yeni yönetmen yeni bir sihirbazdı.


Kızlar sıralarına sevgililerinin ismini yazarken ben her hafta pazartesi sırama yeni bir yönetmen ismi kazıyordum. Sadece sırama değil, kalbime ve beynime de. Sinema ile yatıp, sinema ile kalkıyordum adeta. Kustrica ile başlayan maceram Fellini, Akira Kurosava, Spielberg ile devam ediyordu. Sınıf arkadaşlarım üniversitede hangi bölümde okumalıyım diye düşünürken ben çoktan yönetmen koltuğunda oturduğumu hayal ediyordum. Takmıştım işte kafaya. Sinema yapacaktım. Aç da kalsam sinema olmalıydı.


Öyle de oldu aslında.


İlk ve tek tercihim radyo-televizyon-sinema bölümüydü. İki bin yılında büyük demir kapılarından girdiğim üniversiteden iki bin altı yılında “gerçek dünya’ya” adımımı atacaktım. Heyecanlıydım, hem de çok!


Dünyadaki en güzel şey yani film izlemek ödevimdi! Düşünsenize, film izlemek ödeviniz! Sinemaya gitmek ödeviniz! Film Çalışmaları dersinde her hafta bir yeni film izliyorduk. Vize ve final ödevlerimizi İstanbul Film Festivali’nden seçtiğimiz filmlerle yapıyorduk. Sınıfça Taksim’de buluşup sinemaya gidiyorduk! Atlas, Beyoğlu, Sinepop, Reks ve Emek. Festival salonları evim haline gelmeye başlamıştı çoktan.


Hatta hocamız sinema salonunda yoklama alıyordu!


Gelmeyenler, oturun sıfır!


Siz bayım biraz sessiz olur musunuz lütfen!

Emek Sineması ile tanışmam tam da bu yıllara denk geliyordu. Kareli ceketleri ile sinema çalışanları o kadar şahaneydi ki! “Burası rüya olmalı” demiştim ilk gördüğümde. Rüya, evet rüya gibiydi. Salonun büyüklüğü, art decolar, balkonlar!


Çocukluğumda gittiğim şimdilerde Süreya Operası olan Süreya Sineması gibiydi Emek benim için. Hatırlıyorum da son olarak en sevdiğim yönetmenlerden biri olan Gondry’nin filmini seyretmiştim.


Çok değil 2 hafta önce daha olaylar olmadan, gözyaşları dökülmeden Emek’in sokağından geçtim. Kapalı kapılar ardındaki salonu hayal ettim. Yanımdaki arkadaşıma Emek’e gidip gitmediğini sordum. “Gitmedim, gidemedim” dedi, üzüldüm, hüzünlendim. Festival zamanındaki Emek sokağında gördüm birden kendimi, Han Kafe’nin önünde bekleyen Film Çalışmaları hocamı, sinemanın sokağındaki arkadaşlarımı...

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.