Zaman…
Ekşisözlük’ten çok sevdiğim bir badim, yıllar önce zamanı dakikada 60 saniye, haftada 7 gün, yılda 52 hafta hızında ilerleyen bir belediye otobüsüne benzetmişti.
Entry’i okuduğumda yıl 2009’du. Mecidiyeköy’de şahane insanların bir araya getirildiği tuhaf bir ofiste çalışıyordum ve zaman geçmek bilmiyordu. Bir araya getirilmiş diyorum çünkü gerçekten insan olana zor rastladığımız meymenetsiz zamanlarımızda bir elin parmaklarını geçmeyen bir grup olarak, 2 + 1 ofisteydik.
Zamanının geçmeme sebebinin narin ve naçiz bedenime bulaşan zarif ama bir o kadar da ölümcül olan beklemek hastalığından kaynaklandığı nice sonralar anlayacaktım. Halet-i ruhiyem enfes derecede nahoştu ve ben bugün aslında dündü diyordum. Zaman geçmiyor, geçmek bilmiyordu, çünkü ben bekliyordum. Gözlerim saatte, takvimde, pencerede bekleyip duruyordum. Bir şarkı çalıyordu radyoda, bir şiir okuyordum, bir resim görüyordum hüzünleniyordum.
Zaman geçmiyordu çünkü ben bekliyordum. Sabahları dolmuş bekliyordum, ismi lazım olmayanın aramasını bekliyordum, maaş günümü bekliyordum, hayatımın geri kalanın nasıl geçeceğini merak ediyor, ama hiçbir şey yapmadan bekliyordum.
Aklımın içindeki tilkiler her geçen gün çoğalıyor, hiçbirinin kuyruğu birbirine değmiyor ve ben günler geçtikçe bu duruma akıl sır erdiremiyordum.
Sonra bir gün, oldukça sıradan bir gün, güneşin gözümün içine doğduğu bir gün, bir şeyler değişti. Günlerce, haftalarca, aylarca geçmek bilmeyen zaman geçiverdi.
Aklımdaki sorular cevaplarına kavuştu, tilkiler özgürlüklerine kavuştu. Mevsim bahardan yaza geçti, ağaçlar yeşerdi. O sıradan gün ben beklemenin amaçsızlığı anladım. Birden bire oldu, pat diye, vahiy iner gibi, gökyüzünden bir melek yere inmişçesine.
Size yemin edebilirim ki bütün bunlar oldu. Zaman geçti. Günler birbirini kovaladı. Akreple yelkovan birbirlerinden kaçıp durdu. 1, 2, 3 sonra 4. Tam 4 yıl geçti.
Bugün bir kitabın arasından bir not düştü yere. 4 yıl önce yazdığım, bekleme hastalığının narin ve naçiz bedenimi taşikardi krizleri ile titrettiği günlerden kalan biraz komik, bir hüzünlü, oldukça eserekli bir not.
Notu okuyup itina ile eski yerine koydum, bu sefer gözüme geçen yıla ait film festivali biletleri çarptı. Canım sıkıldığında çok sık oynadığım şimdi gibi oyunu oynadım yine.
Geçen sene şimdi gibi, bir siluete ağladığımı, filmlerde, şarkılarda, kahvelerde teselli bulduğumu hatırladım. Geçen sene şimdi gibi, 23 yıl oturduğum evimden koliler ordusu ile ayrılıp bir apartman dairesine taşındığımı hatırladım. Geçen sene şimdi gibi, pek de öyle umudum olmadığını hatırladım. Bileti yerine koydum, aynaya baktım, saçımda bir beyaz tel bana sırıttı. Elmacık kemiklerimi belirginleştirmek için ayna karşısında kendime gülümsedim, allığımı sürdüm, ışığı kapadım. Bu yıl yapılacakların listesine bir şey daha ekledim.
YORUMLAR