Seni 1000 kere öldürsem 1001’in hatırı kalır
Sanki yarımada değil de bir adada yaşıyoruz. Önümüzde uçsuz bucaksız deniz, arkamızda türlü fareler, akrepler ve adını koyamadığımız ısırgan böcekler...
Hava desen bir kavurucu sıcak, bir yağışlı fırtınalı ve tek yapabildiğimiz gözlerimizi devirip, uzaklarda bir sükûnet aramak.
Geceleri tatlı rüyalar görmek şöyle dursun, uykularımızda bile rahat değiliz. Çok uzun zamandır kafamızı yastığa koyduğumuz anda kapayamıyoruz gözlerimizi. Zaten o yastıklar bile acıtıyor zihinlerimizi birer taş misali...
İçtiğimiz bir yudum suya şükredecek haldeyiz, huzurla yenen bir yemeğe hasret...
Gündüzleri ise ayrı bir dert!
Karşımıza nasıl bir oyun çıkacak, oyunun hakkından nasıl geleceğiz stresiyle baş etmek zorundayız. Çünkü artık biliyoruz; her doğan yeni gün, bizi şaşırtan yeni oyunlara gebe... Ve her yeni oyun, geliştirilecek bir strateji, baştan sona çözülmesi gereken bir mesele.
İşin en vahim yanı, oyun başladığında karşı tarafı alt edebilmenin tek yolu var; hepimizin aynı coşkuya ve beceriye sahip olması. Oysa bakıyoruz, yenilgi yenilgi üstüne!
Güya her birimiz deneyimli birer oyuncu...
Ama beterin de beteri olacaktır...
Ne yaşadığımız açlık ve uykusuzluk, ne de şu yenilgilerden ders aldığımız yok. Herkes öyle bir gömülmüş ki yalnızlığının içine, yanındakinden haz etmez halde. Öyle ya, artık bir görüşü olan konuşacağı her kelimede, kullandığı her benzetmede, dile dökeceği her dokundurmada kırk bin defa düşünmek zorunda. Çünkü kimse onun neden söz ettiğine bakmaz, kimse cümlenin sonunu beklemez, kimse ne demeye çalıştığını anlamakla uğraşmaz. Her birimiz diğerini suskunlaşmaya mahkum etme çabasında. Ve hepimiz kendi içimizde son derece haklı!
Survivor’ın gönüllüler takımı gibiyiz.
Aynı adanın üstündeyiz ama birbirimizi sürekli değnekleme, birbirimizi sürekli acıtma ve birbirimizi tamamen yok sayma merakındayız.
YORUMLAR