Çocukları yarıştırmak...

Ladin’in ilk madalyasını kazandığı günden size sesleniyorum.


Aklıma bile gelmedi çocuğumu yarıştırmak. Tırım tırım sınav odaklı olmayan okul aradım. Bazen buldum bazen bulamadım.


İçimden gelmedi Ladin’e bir şeyler öğretip durmak. Her çocuk gibi mükemmeldi, yaşadığı anın tadını çıkarsın, o bildiğimiz kalp şeklini değil içinden geldiği şekli sayfalara çizsin dedim. Ne biliyorum da neyi öğreteceğim...


Sonra bir gün 3 yaşında var yok bana geldi. “Anne bana güneş çizmeyi öğret” dedi. Ben de “güneşin tek bir şekli yok ki canım, sen içinden geldiği gibi yap, güneş her şekilde her renkte olabilir” dedim. Ladin bana kızarak ısrar etti, “Hayır! Güneşin doğru bir şekli var. Yuvarlak kenarlarından sopa gibi oklar çıkıyor ve sarı. Ben onu yapacağım.”


Ben ısrarla öğretmedim. Kendisi azmetti, güneşin “doğru” seklini çizmeyi deneye deneye öğrendi. İçimden okula kızdım. Çünkü güneşin belli bir şekli var gibi boyama yaptıran bir okuldu, belli ki oradan bir şey kapıp gelmişti.


“Bana doğrusunu çizmeyi öğret”ler devam etti. Sıra kalp şekline geldi. Israrla kalp şeklini çizmek istiyor ama bir türlü becermiyordu. Başlarda aynı diyalog yaşandı. Tek bir kalp şekli yok ki... Hayır var... Kalp mor da olur... Hayır kırmızı olur...


En sonunda Ladin elini beline koydu ve bana öyle bir kızdı ki “İçimden geldiği gibi yapmak istemiyorum, anne. Doğrusunu yapmak istiyorum!


Hani insanın kafasında bir ampulün ‘blink’ diye yandığı anlar vardır ya, o anlardan biriydi. Doğru bildiğim bir şeyler vardı. Ama çocuğun kendisinin isteklerine saygı göstermekten daha büyük hangi doğru olabilir?


Oturduk çalıştık. Ladin’e doğru bir şekilde kalp çizmeyi öğrettim. Devam eden haftalarda kesintisiz olarak sadece kalp çizdi. Her gün okuldan eve bir milyon tane kalp çizip öyle geliyordu.


Sonra yarışmalar başladı. Okullar sağ olsunlar daha okul öncesi sınıflarda yarışmacı ortamları yaratmayı beceriyorlar. Ladin o yarışmacı ortamlara bayıldı. Büyük bir iştahla hep yarışmak, hep birinci olmak istedi.


O kim kazandı kim kaybetti hesabı yaparken, ben uzun süre “hoşuna gitti mi”, nasıl bir duyguydu”, “nesini sevdin” diye aklım sıra “önemli olana” dikkatini çekmeye çalıştım.


6 yaşındaki kızım geçtiğimiz hafta sonu ilk kez kayak yarışına katıldı ve üçüncü oldu. Kürsüye çıkıp madalyasını aldıktan sonra ilk demeci “mutluyum ama birinci olmayı tercih ederdim” şeklindeydi. Hepimiz bu lafa çok güldük.


Kayak yarışlarına canı gönülden kendisi katılmak istedi. Yarışlara hazırlandı, emek verdi.


Geldiğim noktada ben de yarışlara katılmasını canı gönülden destekledim. Üçüncü olunca sevincini paylaştım. Birinci olamadı diye üzülünce teselli ettim.


Ama bazen tek bir var olma şekli var gibi geliyor ve çocuğun ne istediğini göz ardı etmeye başlıyoruz. Yukarıda yazılanlar benim fikrim, benim hayat tecrübemin öğrettikleri. Ama bu Ladin’in kendi yolu. Ladin’e söylediğimi kendim duyacak olursam, tek bir güneş şekli yok.


Bir ideal var gibi gelmeye başlayan yer, çocuğunuzu olduğu gibi kabul etmemeye başladığınız yer oluyor. Bence çocukları yarıştırmakta problem olduğu kadar, yarışmak isteyen çocuğa onaylamaz yorumlarda bulunmakta da problem var. Çünkü ikisinden de çocuğa aynı mesaj gidiyor “olduğundan farklı biri olmanı istiyorum”.


Ben Ladin’i yarıştıracak bir anne değilim. Hamurumda yok. Hayattan zevk alsın isterim. Gönlünden geçeni gönlünden geçtiği için yapsın isterim. Kazanmak kaybetmek ekseninin kimseye mutluluk ve tatmin getirdiğini görmedim.


Ama bundan sonra kendisi yarışmak istediğinde “pon pon kız” olarak hep arkasındayım. Kaybedip üzülürse omzumu uzatırım, kazanıp sevinirse onunla birlikte çığlıklar atarım.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.