Delinin biri Akkuyu'ya bir taş atmış...
Hikâye şöyle başlar: Akkuyu’ya nükleer santral yapılır. Santral patlar ve herkes ölür. Kimin hikâyesi bu? Tabii ki bizim. Peki kim bu bizler?
Sen, ben, o, kadın erkek, genç yaşlı, çoluk çocuk, Akp’li, Chp’li, Mhp’li, Hdp’li, hükümeti destekleyen, desteklemeyen, dindar, ateist, laik, muhafazakar, nükleer santral isteyen, istemeyen, hayatı seven, yaşamaktan nefret eden, yandaş, objektif, imam hatipli, düz liseli, mini etekli, türbanlı, Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Laz, Pomak, Zaza, Süryani, Arap, Beşiktaşlı, Mersin İdman Yurdu Sporlu, Fenerli, Cimbomlu, Trabzonlu, polis, asker, jandarma, emekli, memur, işçi, reklamcı, müteahhit, imam, gazeteci, vali, kaymakam, hâkim, avukat, İstanbullu, Mersinli, Sinoplu, Edirneli, Diyarbakırlı, Kayserili, Ağrılı…
Bu kadarla kalır mı peki? Kalmaz. İnek, koyun, keçi, tavuk, köpek, kedi, kuş, balık, ayı, vaşak, ceylan, domuz; evcil ve yabani ayırt etmeksizin bütün hayvanlar da ölür.
E herkes ölürken tabiat durur mu? Durmaz. O da ölür. Saksında çiçeğin ölür. Bahçende çimenin ölür. Dalında meyven, tarlanda sebzen, ormanda ağacın ölür. Toprağın ölür, havan ölür, suyun ölür.
Ölüm de yaşamın bir parçası sonuçta. Fıtratımızda var. Ölürsek yine doğarız. Oğlan çocuk yaparız, arı oluruz, çiçek oluruz, falan mı diyorsun? E boşuna! Çünkü doğamazsın. Soyun kurur. Ne oğlan, ne kız. Bir kere patladı mı o santral, hayat ölür. Bir kere değil, defalarca ölür. Bir an değil, yüz yıllar boyu ölür. Bir kuşak değil, kuşaklar boyu ölür.
Velev ki patlamayı duyduğun gibi kaçtın. En uzağa. Dünyanın öbür ucuna. Komik olma. Patlamadan sonra açığa çıkacak radyasyon, seni her yerde bulur. Nerden mi biliyorum? Çünkü Çernobil’deki patlama yüzünden Karadeniz’de insanlar öldü. Radyasyon Rusya’dan yola çıktı, tam on dört ülkeye yayıldı. Asya’dan Afrika’ya, Akdeniz’den İskandinavya’ya. Bugün İskoçya ve Yunanistan’da hâlâ hayvan otlak alanlarını devlet belirliyor. Çünkü 1986’dan bugüne ülkelerindeki radyasyonun etkisi hâlâ geçmiş değil. Yirmi dokuz yıl sonra bile. Ya Fukuşima? 2011’deki patlamadan dört yıl sonra, Kanada’da radyasyon görülmeye başlandı. Hem de yüksek oranda. Fukuşima nere, Kanada nere deme. Aç bir haritaya bak.
Peki neden bu kadar eminim o santralin patlayacağından? Kâhin miyim ben? Ya da felaket tellalı?
Daha da kötüsü. Bir korkağım.
Korkağım, çünkü; nükleer santrale onay veren ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporu şaibeli. Raporun altında imzası bulunan mühendis, imzasının taklit edildiğini ve sahte olduğunu söylüyor. Kendisi işinden ayrıldıktan altı ay sonra imzalanmış bir belgeden bahsediyoruz.
Korkağım, çünkü; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED raporunu alelacele onayladı.
Korkağım, çünkü; nükleer santral yasası torba yasa uygulaması içinde çıktı.
Korkağım, çünkü; işin içinde “Milletin a..na koyacağız,” diyen firma var.
Korkağım, çünkü; tam beş fay hattının bulunduğu bir deprem bölgesine yapılan santralin deprem etki raporu açıklanmamış.
Korkağım, çünkü; santralin zemini hakkında bilgi sahibi olan insanlar, zeminin çürük olduğundan bahsediyor. Raporu alabilmek içinse başka şehirden getirilen numunenin incelendiğini, raporun ona göre verildiğini söylüyor. Üstelik susmaları için tehdit ediliyorlar.
Korkağım, çünkü; Fukuşima’daki sorun depremden değil, elektrik kesintisi sebebiyle gerçekleşti.
Korkağım, çünkü; memleketimde Enerji Bakanı’nın bile nedenini bilemediği elektrik kesintileri yaşanıyor.
Korkağım, çünkü; her tarafta nükleer santralin reklamları dönmeye başladı ve reklamlarda patlamadan en çok zarar görecek olan çocuklar kullanılıyor.
Ya da şöyle söyleyeyim:
Korkuyorum. Çünkü bu memleketi hâlâ meydanlarına robot, makam kapılarına pelüş oyuncaklar diken insanlar yönetiyor.
E hal böyle olunca, ben o santral patlar diyorum.
YORUMLAR