Meşin topun meşum tarihi
Küçüktüm. Mahalle aralarında futbol oynardık. Bakkallarda filelerle asılı plastik topların satıldığı zamanlardı. Hemen her gün yeni bir topla yapardık maçı. Çok zengin olduğumuzdan değil, hiçbirimizde gerçek bir futbol topu alacak kadar para olmadığından ve plastik topların bir sebeple sürekli patlamasından.
Kaleler taştan kurulurdu. Bir kale kurmak belli bir uzmanlık isterdi. Taşı büyük seçeceksin. Daha çok yer kaplasın ki gol atmak zorlaşsın. Ya da iki direk arasını adımlarken kendi kaleni çaktırmadan bir adım küçük yapacaksın.
Nedense kale kurmaya hevesli arkadaşlar vardı aramızda. Aynı arkadaşlara maçın bir yerinde bir bakardık, az önce hepimizin önünde kurduğu kaleyi ufak ufak büyütüyor ya da küçültüyor.
Bana garip gelirdi bu durum. Benim bir tek amacım vardı, o da gol atmak. En nihayetinde bunun için oynamıyor muyduk zaten. Ama gol atmak kolay iş değildi. Hüner gerektirirdi. Sadece hüner de değil. Çok koşacaksın ve çok isteyeceksin. Kazanmak elbette önemliydi ama gol ya da goller atmak; onun tadı hiçbir şeyle ölçülemezdi.
Maç sonunda en çok bu gol atmak isteyenler yorulurdu. Çünkü sadece onlar gerçekten futbol oynamak isterlerdi. Gol atma istekleri en çok onların top kaybetmesine sebep olurdu belki ama maç sonunda en mutlu da onlar olurlardı. Hele bir de kendi takımları galip gelmişse.
Çocukluk işte. Takımların oluşturulması da başka bir uzmanlık alanıydı. Güç dengeleri eşit iki kişi karşılıklı takım arkadaşlarını seçerdi. En sona iki tip çocuk kalırdı. Biri, futboldan hiç anlamayan ama kalbiyle arkadaşlarının sevgisini kazanan, diğeri futboldan anlamadığı gibi karakteriyle de sevilecek bir tarafı olmayan. Maç içindeki anlaşmazlıklar ya da kavgalar hep onun yüzünden çıkardı. Buz gibi gollere, taş üstü diyerek itiraz ederdi. Elle oynar ve bunu kendinde adeta bir hak, bir ayrıcalık olarak görürdü. Rakibine zarar vererek oynamak da onun hünerlerindendi. Gol attığı görülmüş değildi. Ama es kaza bir gol atmayagörsün, aylarca o golü anlatırdı. Siz bambaşka şeyler konuşuyor olsanız bile... Sizi adeta esir ederek…
Mahalleye ilk meşin topun onunla gelmesi de şaşılacak bir şey değildi aslında. Tüm çocuklar gerçek bir futbol topuyla oynamanın da heyecanıyla birkaç gün yaptıklarına ses çıkarmazdık. Peki neydi yaptıkları? Takımları o kurardı mesela. En iyi oynayanları kendi takımına alır, bütün dengeyi, uyumu altüst eder, maç zevkimize tuz biber ekerdi. Rakip kale önünde durur, bütün golleri kendi atmaya çalışır, kendine pas atmayanları oyundan çıkarmakla tehdit ederdi. Onun derdi kazanmaktı, futbol değil.
İşte meşin topun mahalleye geldiği gün bir çocuk tipi daha peyda olurdu aramızda. O güne kadar maçlarımıza katılmayıp bizi kenardan seyreden biri topun sahibinin bir numaralı arkadaşı olurdu. Kendisi zayıf takımda yer alırdı belki ama topun sahibi gol atınca kendi atmış gibi sevinirdi. Bahçeye kaçan topları da o alırdı. Maç sonrası bakkaldan bir şey alırsa sadece topun sahibiyle paylaşırdı.
Biz ilk bir iki günden sonra çocuk gururumuzun da etkisiyle plastik toplu maçlarımıza geri dönerdik. Varsın meşin topumuz olmasındı. Gol dediğin şey sadece meşin topla atılmıyordu ki. Böylece eski heyecanımız da geri gelir, kıran kırana maçlar yapardık.
O ikisi de, futboldan bihaber oldukları için ellerinde meşin topları, mahallede boş boş dolaşırlardı. O top bir süre sonra, bir balkonda ya da kömürlükte söner, kurur, unutulup giderdi.
Şimdi o günlerden bu günlere baktığımda, en çok kaybedenlerin hâlâ en çok gol atmak isteyenler olduğunu görüyorum. Ne mutlu onlara. Aslında gerçekten futbol oynamak istedikleri sürece asla kaybetmeyecekler. Ama garipsediğim şeyse, hepimizin bir bakışta tanıyabileceği o iki tipin, kollarının altında yamyassı olmuş toplarıyla hâlâ aramızda dolaşıyor olması. Daha da garibi kendileriyle maç yapacak insanlar bulabilmeleri.
Anlayamıyorum. Ya da bazı şeyler sadece tesadüflerle açıklanamıyor ve sanırım hayat, evet, fena halde futbola benziyor.
YORUMLAR