İşler çok karışık

Acayip bir haftaydı. Yazmak için neye elimi atsam, bir başka haber taşıdığı değerle hemen onun önüne geçiyordu. Şimdi hepsinden biraz bahsetmek ve haftanın genel bir panoramasını yapmak mantıklı geliyor. Hepimiz kendimizce belirlediğimiz gündemin içinde kaybolurken bakın neler oldu:


Berkin Elvan cinayetinin görüntülü kayıtları ortaya çıktı. Kayıtlarda her şey apaçık ortadaydı. Bu güne kadar iddia edildiğinin aksine kimsenin elinde demir bilye, sapan gibi şeyler yoktu ve savcılık “Göstericilerce bomba, molotof, ateşli silah ve büyük havai fişekler kullanıldığı gözlenmemektedir” notunu düşüyordu. Biz de aklımızın bir köşesine 16 Haziran 2013’ten beri her şey bilinmesine rağmen neden hâlâ suçluların adalete teslim edilmediği notunu düştük.


Hemen hemen aynı günlerde Yavuz Bingöl’ün, “Ölmüş annesine küfredilen Erdoğan’ın Berkin Elvan’ın annesini yuhalatması insani bir şey.” sözleri tartışıldı. Yavuz Bingöl’e en büyük destek tahmin edildiği gibi cumhurbaşkanı ve başbakandan geldi. Cumhurbaşkanı, “Buradan bütün sanatçılarımıza sesleniyorum. Cesur olun. Hiçbir sanatçımızın dışlanmasına izin vermeyeceğiz.” dedi. Bu sözlere tebessüm etmemek elde değildi. Gezi olayları sırasında tiyatrocu Mehmet Ali Alabora’ya uygulanan linç kampanyası ve bir tweet yüzünden besteci Fazıl Say’a yapılanlar belleklerdeki yerini korurken, söylenen şey hakikaten gülünçtü.


Yavuz Bingöl’e gösterilen tepkilerse cumhurbaşkanın desteğinden daha büyüktü. Burada bir tanım yapalım: Sanatçı, kimle empati kurması gerektiğini bilen insandır. Vicdanı ona, bunu emreder. Şimdi Yavuz Bingöl’e şunu soralım:


Berkin’in vurulma kayıtlarını ilk kez izleyen annesi Gülsüm Elvan sinir krizi geçirirken, “Tayyip Erdoğan senin oğlun da böyle vurulsun, senin oğlunun sonu da böyle olsun.” dedi. Şimdi bütün o sanatçı duruşunuzun (!) vakarıyla “Berkin Elvan’ın annesinin cumhurbaşkanına bunları söylemesi insani bir şey” diyecek yüreğe sahip misiniz?


Geçtiğimiz haftanın enteresan çıkışlarından biri yine cumhurbaşkanına aitti. “Nobel kararları objektif mi?” dedi cumhurbaşkanı. Sonra yazar Alev Alatlı’ya Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü verdi. Kendisinin her fırsatta partili cumhurbaşkanı olduğunu dile getirdiğini düşünürsek, verdiği ödülün ne kadar objektif olduğu tartışmaya açılabilir sanırım.


Alev Alatlı’nın sözleriyse cumhurbaşkanından da enteresandı. “Bugün George Orwell olsa sizi ayakta alkışlardı” dedi Alatlı. Totaliter bir merkezi tek parti yönetiminin halkı korku, propaganda ve beyin yıkamayla manipüle edilişini konu edinen ve “Büyük Birader’in gözü sende” söylemiyle baskıcı rejimleri eleştiren bir kitabın yazarının, cumhurbaşkanını neden ayakta alkışlayacağı pek anlaşılamadı.


Anlaşılamayan şeylerden biri de first lady Emine Erdoğan'ın Alatlı’nın sözleri karşısında gözyaşlarını tutamamasıydı.


Batı basınının “Değerli Yalnızlıklar Zirvesi” diye nitelediği Putin-Erdoğan buluşması da geçtiğimiz hafta yapıldı. Siyaset, ticaret ve falan filanın ele alındığı zirveden hemen önce, Akkuyu Termik Santrali’nin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu sessiz sedasız onaylandı. Raporu, Çevre Bakanlığı bünyesindeki İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu verdi. İşin traji-komik tarafı, uzman kişilerden oluşması beklenen bu komisyonun içinde, nükleer enerji teknolojisine hâkim olan tek bir kişinin bile bulunmamasıydı. Bu sebeple raporu neye göre onayladıklarını sormak sanırım hakkımız.


Daha da vahimi, Putin’in yapılacak olan nükleer santral için, “Projenin güvenliği konusunda Fukuşima sonrası teknolojileri uygulanıyor. O yüzden güvenlik konusunda şüpheniz olmasın” demesiydi. Yapımı, eli kulağında olan bu nükleer santralin Japonya gibi güvenilir bir ülkede bile felaketlere yol açtığını düşünürsek, Türkiye’yi nasıl bir tehlikenin beklediğini varın, siz düşünün. Ve lütfen, Çernobil’in yol açtığı yıkımlara bir kez daha göz atarak nükleer enerji karşısındaki tutumunuzu yeniden gözden geçirin. Doğalgaz’da %6 indirim havucuna kanmadan.


Bu hafta hepimizi derinden sarsan olaylardan biri de Adriana Lima ve Acun Ilıcalı arasındaki aşk söylemiydi. Erkekler olarak neredeyse milli bir heyecan hissettik. Ama o sıralarda Milli Eğitim Şurası toplanmış ve çocuklarımızın geleceği hakkında kafasına göre kararlar almaya başlamıştı. 4+4+4 yasasının çıkmasını sağlayan şura, şimdi de kreşlerde bile din dersi verilmesini tartıştı. Sonra olarak 1., 2., ve 3. sınıflarda zorunlu olmasını onayladı.


Ayrıca Osmanlıca’nın liselerde zorunlu ders olarak okutulması tartışıldı. Gerekçe, torunların dedelerinin mezar taşlarını okuyamamasıydı. Bir diğer gerekçe ise, Harf Devrimi’yle bir gecede bütün bir ulusun cahil kaldığı safsatasıydı. Ufak bir araştırmayla bile şu verileri elde etmek mümkün aslında:


Osmanlıca; Türkçe, Farsça ve Arapça'nın birleşimiyle oluşan yapay bir dildir. Devlet yazışmalarında kullanılmıştır. Halk, günlük yaşamında Türkçe'yi kullanmıştır.


Osmanlıca yazan Kanuni’den ve Türkçe yazan Dadaloğlu’ndan verdiğimiz örneklere bakarak yüzyıllardır hangi dili konuştuğumuza siz karar verebilirsiniz. Ama tabii isteyen seçmeli olarak Osmanlıca öğrenebilir. İtirazımız, bu dilin atalarımızın kullandığı dil oluşuna ve onun Harf Devrimi’yle baltalandığına olan inanışadır.


Kanuni’den:

Celîs-i halvetim, varım, habîbim mâh-ı tâbânım

Enîsim, mahremim, varım, güzeller şâhı sultânım

Hayatım hâsılım, ömrüm, şarab-ı kevserim, adnim

Bahârım, behçetim, rûzum, nigârım verd-i handânım


Dadaloğlu’ndan:

Aslımı sorarsan Avşar soyundan

Ayrı düştüm aşiretten beyimden

Pınarbaşı'ndan da beş yüz evinen

Çıkıp da cana kıyanlardanım


Son olarak, verilerle Harf Devrimi’ne bakalım.


Cumhuriyet kurulduğunda ülkemizdeki okuma yazma oranı %6’ydı. Bu oran kadınlarda %1 bile değildi. Yani Harf Devrimi’nden önce sular seller gibi okuma yazma bilen insan yok denecek kadar azdı ve bilenlerin büyük çoğunluğu da şehirlerde yaşayan memurlardı.


Harf Devrimi’yle bu oran müthiş bir ivme kazandı. 1927’de %11’e, 1935’te %20,4’e, 1950’de %33,6’ya kadar çıktı. Bunda devletin eğitime verdiği desteğin yanı sıra, Latin harflerinden oluşturulan Yeni Türk alfabesinin okuma yazmayı kolaylaştırmasının da payı oldu. Bir gecede cahilleştik söylemi, öteden beri saltanat özlemcilerinin başvurduğu ve bugün de devam ettiği, boş bir söylem. O yüzden önemsemeyin lütfen.


Hafta, Lima’nın “Ben Acun'la birlikte değilim. Hiç çıkmadık, buluşmadık, özel hiçbir şey yaşamadım, beraber olmadım. Evlilik dedikoduları koca bir yalan, çok aptalca. Acun benim sadece arkadaşım" açıklamasıyla son buldu. Biz de erkekler olarak Lima’nın milli yengemiz olmayışına hiç üzülmedik.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir bugün george orwell olsa sizi ayakta alkışlardı” dedi alatlı. totaliter bir merkezi tek parti yönetiminin halkı korku, propaganda ve beyin yıkamayla manipüle edilişini konu edinen ve büyük biraderin gözü sende” söylemiyle baskıcı rejimleri eleştiren bir kitabın yazarının, cumhurbaşkanını neden ayakta alkışlayacağı pek anlaşılamadı. anlaşılamayan şeylerden biri de first lady emine erdoğan'ın alatlının sözleri karşısında gözyaşlarını tutamamasıydı." muhahahaha!!!!
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.