Kuşlar da gitti

Koşuyolu’ndayım. Camdan dışarıyı seyrediyorum. Kuş sürüleri dikkatimi çekiyor. Ardından güneş vurunca şeffaflaşan büyük kanatlarıyla önümden geçip gidiyorlar. Sonra yenileri geliyor. Her gün gördüğümüz serçe ya da güvercinlerden değil bunlar. Garip bir toplanma telaşı içinde hepsi. Önce havada birkaç tur atıp bir ağaca konuyorlar. Sonra yeni gelenlerle birlikte daha büyük bir tura başlıyorlar. Sanki bir amaçları yokmuş gibi. Benim de bir işim yokmuş gibi öylece seyrediyorum. Güneşte şeffaflaşan kanatlarıyla öyle güzeller ki…


Kuşlarla birlikte farkında olmadan çocukluğuma dalıyorum. Yazdan kalma sonbahar günlerinde büyük sürüler geçerdi mahallemizden. Akşam kızıllığı gökyüzüne yayılmaya başlamışken, bir bakardık, simsiyah bir bulut açılıp kapanarak üzerimizden geçiyor. Milyonlarca kuş. İnanması güçtü. Her şeyi bırakıp geçişlerini seyrederdik. Çünkü o yaşlarda hiçbir şey kuşların göçü kadar görkemli gelmezdi bize.


Validebağ’da direniş devam ediyor. Bir tarafta iş makineleri, polis, özel güvenlik ve zabıtalar; diğer tarafta mahalle sakinleri, doğaseverler, çevreci avukatlar, kuşlar ve ağaçlar… İstanbul’da insanlık, insanlığını unutanlarla karşı karşıya; gözü dönmüşlerle, hukuk tanımazlarla… Ne doğanın düzenine saygıları var, ne hukukun üstünlüğüne.


Kuşları düşünüyorum. Bu kargaşada huzur içinde yaşamaları mümkün mü? Birileri yaşamlarına ve kadim düzenlerine kastetmişken?


Ya Kuzey Ormanları’nda devam eden 3. köprü çalışmaları yüzünden kendini denize atan domuzlar? Daha geçen hafta bir tanesinin Bebek’te üç otomobilin çarpması sonucu yaralanması ve canını kurtarmak için bir yalının bahçesine sığınması? Onların da kuşlar gibi, sığınacak ağaçları yok artık.


İnsanlık ile insanlığını unutanların savaşı sadece İstanbul’da değil. Soma’da, yerin altında onca acı yaşanmamış gibi, şimdi de yerin üstünde, Yırca köyünde, yeni acıların tohumlarını ekiyorlar. Hasatı üstünde zeytin ağaçlarını iş makineleriyle kökünden sökerek. Köylüyü tartaklayarak. Avukatlara kelepçe vurarak. Bütün bu olup bitenin üstüne enerji bakanı Taner Yıldız, sanki 6000 ağaç katledilmemiş gibi, şu açıklamayı yapıyor: “100-200 ağaç Türkiye'ye engel olamaz.”


Kuş sürüsü biraz daha büyüyor. Pencerede hafif bir akşam kızıllığı. Yaşar Kemal’in kuşları anlattığı o güzel romanı “Kuşlar da Gitti”yi hatırlıyorum:

“…Uzaktan, İstanbul’dan uğultular geliyor, kızıl kanatlı yırtıcı kuş menekşenin üstünde, göğsünü esen yele verip kanatlarını germiş süzülüyor, önümde İstanbul şehrinin acımazsızlığının, yitmişliğinin, kendi kendini, insanlığını unutmuşluğunun, çok şeyler yitirmişliğinin bir anıtı, yüzlerce kuş başından dikilmiş bir anıtı duruyordu.”


Kuşçu çocuklardan para verilerek alınan ve azat edilen kuşlar… Dillerde, “Azat buzat beni cennet kapısında gözet.” dilekleri… Çok gerilerde kalan bir İstanbul…


Ve şimdi bir İstanbul, hatta bir Türkiye daha çok gerilerde kalıyor. Kuşlara bakıyorum. Cılız bir sürü olmuşlar. Validebağ Korusu’nun üstünde son bir tur daha atarak güneye doğru yol alıyorlar. Başımı önüme eğip olacakları düşünüyorum. Çünkü o güzel atlara binip giden o iyi insanlar gibi, kuşlar da gidiyorlar.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.