Öfkeli olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu mu?

“Sende öfke eksikliği var,” dedi. “Ben senin yaşadığın hayatı yaşasaydım çok daha öfkeli olurdum.” Düşündüm. Doğru söylüyordu. Aslında arada kapıları çarpıyor, yollarda insanlarla didişiyor ya da açamadığım bir kavanoza küfrediyordum ama öfke böyle bir şey değildi. Öfke tıpkı aşk gibiydi. Her şeyin önüne geçen tutkuların yüzünden hiçbir şey göremez hale geliyordun. Ayrıca bir çeşit bencillikti. İçindeki tutkunun yoğunluğuyla baş etmek yerine onu kendi dışında birine yansıtıyordun.


“Evet,” dedim. “Bende öfke yok. Ama benim de öfkeli olduğum zamanlar oldu. Öfke, biraz da haklılıkla ilgili bir duygu. Sanırım hayatımda en çok öfkelendiğim zamanlar bana bir haksızlık yapıldığına inandığım zamanlardı. Aslında gelmek istediğim yer şu: Bir gün haklılığın da, diğer bütün gerekçeler gibi, öfkelenmek için yeterli olmadığını anladım. Çünkü haklılık dediğimiz şeyin de içi bomboştu.” “Nasıl yani?” dedi. “Basit,” dedim. “Bir kadını sevdim ve içimdeki suçluluk duygusunun öfkeden çok daha büyük olduğunu gördüm.”


Soran bakışlarla bana bakıyordu. “Yani,” dedim. “Onu çok seviyordum ama durmadan kavga ediyorduk ve ben bu kez gerçekten haklı olduğumu düşünüyordum. Öyleyse öfkelenmek için geçerli bir sebebim vardı. Ama kabaran öfkemin bir yerinde sadece bir kez, gerçekten haklı mıyım, diye kendime sorduğumda duraksadığımı görüyordum. Yüzde yüz haklı olmak mümkün değildi. Zaten sorgulamaya başladığım andan itibaren bütün olan bitenin bendeki eksiklikler yüzünden ortaya çıktığını düşünmeye başlıyordum. Mesela onu daha çok sevebilirdim. Sevildiğini duymak istediğini anladığımda beklediği şeyi söyleyebilirdim. Üstelik bu zaten hissettiğim şeydi. Anlaşamadığımız zamanlarda kendimi anlatmak yerine onu dinlemeye çaba harcayabilirdim. Belki susmak bile bir çözüm olabilirdi. Oysa çoğu zaman yapılmaması gerekeni tercih ettim. Çünkü ben dediğimiz şey uzlaşmak üzerine değil haklı olmak üzerine oturtuyordu varlığını.”


“Çatışmaktan çok çabuk vazgeçmişsin,” dedi. “Kabullenmek kadar direnmek de bir varoluş biçimidir. Başkaldırabilirdin.”


“Denedim,” dedim. “Ama bu dünyaya suçluluk duymak üzere gönderilmişim ben. Bunu kabullenmek öyle kolay olmadı. Dediğin gibi direndim. Öfkenin beni ayakta tutabilmesi için hiçbir çatışmadan kaçınmadım. Ancak bir süre sonra gördüm ki öfke sadece düşman yaratıyor ve haklı olsan bile sevdiğin insanı senden uzaklaştırıyor.”


“Ama çatışma düşmansız olmaz ki,” dedi. “Ayrıca uzlaşıyla sonuçlanırsa sevdiğinin dostluğunu bir kez daha kazanmış olursun.” “Evet, belki öyle ama dedim ya, içimdeki nedensiz suçluluk duygusu öyle büyüktü ki, kendimden başka düşman yaratamazdım.” “Şimdi anlıyorum neden böyle yalnız bir hayatı tercih ettiğini,” dedi. “Öfke eksikliğinden çok, kendine düşmansın sen ve aslında böyle yaşayarak kendini cezalandırıyorsun.” “Kendinden kaynaklanan bir şey yüzünden başkasını cezalandırmaktan daha iyi değil mi?” “Belki öyle ama… Peki nasıl mutlu olmayı düşünüyorsun bundan sonra?”


“Bilmem,” dedim. “Bunu düşünmeyeli uzun zaman oldu. Ya da şöyle söyleyeyim: Olursa olur, olmazsa rakı içerim. Peki sen?” “Ben ne?” “Bu öfkeyle mutlu olabileceğini düşünüyor musun?..” “Boş veeer,” dedi. “Olursa olur, olmazsa rakı içeriz.”




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.