Umut etmeden yaşanmıyor
Hayatta bazen yapayalnız kaldığınız anlar vardır. Şiirsel bir yalnızlıktan bahsetmiyorum. Bahsettiğim apaçık, somut, nerdeyse elle tutulur bir yalnızlık. Bir düşünün. Bir gün, artık anne diye ağlamayacak kadar büyüdüğünüz bir yaşta bir doktor geliyor ve size kanser olduğunuzu söylüyor. O anda ilk düşündüğünüz şey kendiniz olmaz mıydı? İyileşip iyileşemeyeceğiniz, hastalığınızın tedavisinin olup olmadığı, ne kadar ömrünüzün kaldığı…
Bir de gerçekten çaresiz kaldığınız anlar vardır. Sevdiklerinizden birine kanser teşhisi konduğunda ve doktor sevdiğinize ömür biçtiğinde. O an, imkânı olsa ömrünüzü seve seve bağışlayabilirsiniz. Tedaviye gerekli ilacı bulmak için koşarak dünyanın öbür ucuna gidebilirsiniz. Bütün varlığınızı tedaviye harcayabilirsiniz. Yeter ki sevdiğiniz yaşamaya devam etsin.
Bazen, ilk şoku atlattıktan sonra, umutla, inançla, özveriyle hastalık yenilir ve hayatınız ya da sevdiğiniz size bağışlanır. Bazen de işler umduğunuz gibi gitmez. Tedavi için aylar sonrasına gün verirler. Aradığınız ilacı piyasada bulamazsınız. Bulduğunuzda sigortanız karşılamaz. Kendi imkânlarınızla almak istediğinizde fiyat önünüze bir dağ gibi dikilir. İsyan edersiniz. Şu saçma düzen doğru düzgün işleyecekse başıma geleceğe razıyım, dersiniz. Yeter ki tedavi yerine bütün bu zırvalıklarla uğraşmayalım.
Alternatif tıp bir kenara konulur ve birçok insanın tedavi için dünyayı dolaşamayacağı düşünülürse, bütün inancınız ülkenizdeki sağlık sektörüne bağlıdır. İthal edilen teknolojiler ya da ilaçlar, uluslararası ilaç devleriyle yapılan anlaşmalar, ilaçların piyasada bulunabilmesi ve fiyatlarının tedavinin devamını sağlayacak düzeyde olması… Bütün bunlar sağlıklı işlediği sürece sizin de umudunuz devam eder.
Ama hayatta Bayer’in CEO’su Marijn Dekkers gibi insanlar vardır (Burada insan sözcüğünü bir organizmayı tanımlamak için kullanıyorum. Sözcüğün vicdani ve ahlaki içeriğini şahsa atfetmeden). Firmasının ürettiği bir kanser ilacının muadilini (Aynı etken maddeyi içeren eşit, denk ilaç) üretmek için yerli bir firmaya lisans veren Hindistan hükümetine şöyle serzenişte bulunur: "İlacı Hintliler için değil, zengin Batılılar için geliştirdik." Yorumsuz geçiyorum. Hindistan hükümeti, bu lisans anlaşmasıyla muadil ürünü kanser hastalarına tam %97 daha ucuza mal edecektir.
Hayatta Hindistan hükümeti gibi insancıl icraatlarla hastasına umut veren hükümetler olduğu gibi, gerçekten tıp adına araştırmalar yapan Küba Moleküler İmmünoloji Merkezi gibi kurumlar da vardır. 2012 verilerine göre Dünya’da toplam 14,1 milyon yeni kanser vakası teşhis edilirken ve 8,2 milyonu kanser sebebiyle hayatını kaybederken bu kurumlar kasalarını doldurmak yerine hastalığa çare bulan ilaçlar peşindedirler. Hastayı müşteri, hastaneyi de ticarethane olarak görmeden çalışırlar ve sessiz sedasız Dünya’da en çok tanı konulan akciğer kanseri için aşı geliştirirler. (%13) Üstelik bu aşı kısa sürede Kanada, ABD, Japonya, Avusturalya ve Brezilya'da tescil ettirilir. Böylece umut, dalga dalga dünyaya yayılır. Umutla birlikte tedavi de. Siz de yalnız ya da çaresiz hissetmek yerine tedavinize odaklanırsınız.
Umut etmeden yaşanmıyor. Umarım en kısa sürede Türkiye de, Hindistan ve Küba’da olduğu gibi, gerçekten hastaları adına çalışan bir sağlık sektörüne ve halkının çıkarlarını düşünen bir hükümete kavuşur.
YORUMLAR