Oğlan & kız
Oğlanla kız tanışmış ve hızlıca yakınlaşmış, kaynaşmış. Başlarda buna herhangi bir isim koymaya, onu şekillendirmeye yeltenmemişler. Kendiliğindenliğe, akışa, olacakların hayrına güvenmişler.
Yaşadıkları yerler arasında epey bir mesafe olduğu için, oluşmaya başlayan bağı tutmak her zaman çok kolay olmamış ama bir şekilde kotarmışlar; ayrıca mümkün olduğunca sık bir araya gelmeyi, arada sendeleseler de kopmamayı becermişler. Akışa ve kendiliğindenliğe güvenmenin hiçbir şey yapmamak olmadığının farkındalarmış; oluşan bağı beslemişler.
Birkaç yanyanalıktan sonra ise bir ilişki konuşması (the talk) yapmak kaçınılmaz olmuş. Zira her ne kadar bunu tanımsız, kalıpsız bir şekilde yaşamak isteseler de varlığını iyice belli eden ve artık görünür olan ilişkiyi görmezden gelmenin de bir anlamı yokmuş.
Konuşma yapılmış; duygular, düşünceler, beklentiler ve niyetler paylaşılmış; ilişkinin seyrine dair ortak bir zemine gelmişler. Anahtar kelimeler şeffaflık, kendiliğindenlik ve özgür sevgi/aşk imiş.
Şeffaflık, ilişkiye dair önemi olan her şeyi birbiriyle paylaşmak anlamına geliyormuş. Bir şeyleri saklamamanın, gizli gündemlerle yaşamamanın, her hissiyatın ve ihtimalin ilişkinin bir parçası olduğunu bilmenin ve gelen her şeyi kabul etmenin önemini biliyorlarmış ve her şeyin "normal" olduğunu da... Eh bu durumda saklamaya, gizli tutmaya gerek duyacak nesi kalırmış insanın...
Kendiliğindenlik; ilişkinin kendine has varlığını, inişlerini, çıkışlarını, doğum-ölüm-doğum süreçlerini kabul etmek anlamına geliyormuş. İlişkiyi beslemek önemliymiş elbette ama bunu; herhangi bir şeyi zorlamadan, akıntıya karşı kürek çekmeden yapmanın şifalı ve hayırlı olduğuna inanıyor, düşünüyorlarmış. Suyun zaten akıp yolunu bulduğunu, bulacağını ve yapacaklarının, olsa olsa buna küçük yönler vermek olabileceğini biliyorlarmış.
Özgür sevgi ise sevginin su gibi akmasını kolaylaştırmak, daha doğrusu zaten kendiliğinden akmak isteyen sevginin önüne set çekmemek anlamına geliyormuş. Ve bu, önce kendine, sonra ise birbirine, diğerlerine ve bütüne duyulan sevgiyle ilgiliymiş.
Kişinin kendini sevmesi elzemmiş, aksi takdirde gerçek anlamda sevmesi ve sevilmesi pek mümkün değilmiş. Öz sevgisinin önünü tıkamaması, iç eleştirmenine takılıp aslında hep orada olan sevgiyi görmezden gelmemesi ve öz yargı ile fazla boğuşmaması önemliymiş.
Kişinin diğerini sevmesi ve ona özgürce akması da öyle. Korkuları, endişeleri, "meli"-"malı"ları yavaşça yere bırakıp içinden nasıl sevmek geliyorsa öyle sevmesi, birbirine o şekilde akması hayırlıymış. Ne rollere bürünerek ne hissetmediğini hissediyor gibi yaparak -başta kendini- kandırmak ne de hissettiğinin üstünü örtmek, görmezden gelmek, bunlardan korkmak iyi bir fikirmiş. Sadece olanın önünü daha da açmak, onu görünür kılmak, onu yaşamakmış olay.
Kişinin diğerlerine olan sevgisi, ilgisi, çekilme hâlleri de son derece doğalmış. Doğal olmayan; hayatlarını illaki bir kişiye angaje etmek, sadece onla nefes almak, tüm ihtiyaçları ondan karşılamak, beklemek, talep etmek; bunlar gerçekleşmediğinde öfkelenmek, kızmak, kavga etmek, hayâl kırıklığına uğramakmış. İçlerinde var olan sonsuz sevgi potansiyelini kıstırıp küçültmek ve tamamını bir kişiye sunmak -zorunda olmak- ve aynı şekilde her şeyi bir kişiden beklemek biraz zorlama bir hareketmiş ve bundan özgürleşmeleri gerektiğini düşünüyor, hissediyorlarmış. Dolayısıyla bu ilişkiye, farklı biçimlerde, üçüncü, dördüncü, beşinci şahısların dahil olması da prensip olarak mümkünmüş. Bu durumlarda zorlanabileceklerinin farkındalarmış ama gerçek olmak, akan sevgiye set çekmemek adına bu zorlanmalar da hoşgelsinmiş.
Sevginin özgür akmasına izin vermeye epey niyetliymişler. Başka etkilenmeler, çekilmeler, belki başka deneyimler olmasını -karşılaması zor olsa da- olağan buluyorlarmış. Bu, farklı bir çekim olduğunda bunun illaki deneyime dönüşmesi anlamına gelmese de teoride bunun önünde kocaman barajlar olmadığını bilmek bile ilişkinin üzerindeki gerilimi ciddi oranda azaltıyormuş. Deneyim yaşanacaksa da şeffaflık ilkesinin varlığı gereği, gerekli her şey birbirine anlatılacakmış.
Kişinin yalnızca kendisine, partnerine ve diğer insanlara değil; tüm varlıklara olan sevgisinin farkında olması da önemliymiş. Kuşu, böceği, ağacı, kayayı, güneşi, bulutu ve diğer tüm varlıkları onurlandıran bir sevgi tam olabilirmiş ancak. Ki bu konudaki sevgi akışı gümbür gümbürmüş zaten.
Kısa bir süre sonra birlikte yaşamaya da başlamışlar ve süreç bu şekilde akıp gidiyormuş. Arada tökezlemeler olsa da anahtar kelimeler hep hatırlanmış, ilişkideki varlıkları her daim hissediliyormuş. Kendiliğindenliğin önünü açık tutmaya çalışıyorlar, sevginin önündeki tüm engelleri kaldırmaya gayret ediyorlar, içlerinde dönüp dolaşan her şeyi birbiriyle paylaşmaya özen gösteriyorlarmış. Yeri geldiğinde etkinlendikleri, yeri geldiğinde ilgi gördükleri diğer insanlardan bahsedebiliyorlar; bunlar kıskançlığa veya o tip diğer olumsuz hislere yol açıyorsa, yine bu hisleri de korkmadan anlatıyorlarmış birbirlerine.
Şeffaflık olduğu, ilişkiyi ve birbirlerini tuttukları sürece korkacak bir şey yokmuş.
E zaten korkunun ecele faydası da yokmuş.
Not: Geçtiğimiz hafta ayrılık hikâyesini yazdığım ilişkinin ilk zamanlarında ortaya çıkan bu yazıyı, minik dokunuşlar yaparak paylaşmak istedim bu hafta.
YORUMLAR