Kendinden soyunmak
Cesareti, çoğunlukla yeni şeylere doğru adım atmakla ilişkilendiririz ve bu, resmin bir parçasını göstermekle birlikte en az ilki kadar zorlandığımızı düşündüğüm diğer parça ise tamamlanmış hikâyelerden özgürleşmeye, eskimiş olanları bırakmaya dair... Bu yazıda bu tarafa ışık tutmaya çalışacağım.
Alışılmışa, bilindik olana tutunma seçimlerimiz; miadı dolmuş olan işlerle, projelerle, ilişkilerle olan göbek bağımızı kesemememize neden oluyor. "Yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktır" dedikleri belki biraz da bunların getirdiği yüklerden azat olmaya işaret ediyordur.
Ancak "bitmiş olan"ın bittiğini fark ve kabul edip ondan yüzümüzü çevirme cesareti gösterebildiğimizde "taze olan"la karşılaşma ve buna dair adım atmaya geçebiliyoruz. Lakin konfor alanımızdan çıkmaya gönüllü olmadığımızda yerimizde sayıyor; aslında yerimizde saydıkça geriye gidiyor, çürüyoruz.
Tanrının bile sabit olmadığını, anbean değiştiğini söyler Osho; onun bir mükemmellikten bir başkasına doğru bitmeyen bir devinim içinde olduğunu anlatır... Sürekli yeni sürümlere doğru bir güncellenme... Ve o bile böyleyken, biz aciz kulların bir şeylere tutunup, saplanıp kalmaya çalışmaları, sadece kıyıda oynamak istemeleri ne acayip. Ve çoğumuzun yaptığı bu; bilindik ve -sığ- sularda takılmanın konforu adına açıklara doğru kulaç atmamayı seçiyoruz.
Oysaki sığlık yerdeki su durgundur; kokuşur, bulanır, kirlenir. Akmayan, yenilenmeyen, değişmeyen, gelişmeyen ilişkiler de öyle; işler, hobiler ve diğer her şey de...
Açılmak her zaman o kadar kolay değil, evet. Bir sürü bilinmezlik, tehlike, fırtınalar, yağışlar, akıntılar... Ama ne yaparsın ki canlılık da orada, macera da, keşifler de; çünkü derinlik orada.
Ufka doğru açılmalı bence; her daim yeni limanlar keşfetmeli, dışarıdaki keşiflere paralel ve ondan da ziyade içerideki keşifler için gitmeli, hep gitmeli... Bunu yapmadığımızda yaşam oyununun hakkını vermiyoruz gibi geliyor bana...
Ve ufka açılmak demek bir şeylerden, birilerinden vazgeçmek demek olabiliyor. Bu mutlak bir durum değil. Eğer ki dümeni birlikte tutacak dostlar, sevgililer varsa ne mutlu; birlikte çıkın. Ancak siz yerinize sığamıyorken onlar yerinde sayıyorsa veya farklı rotalara çağrı hissettiğiniz takdirde kapanışı yapmak gerekebiliyor. Karşılıklı teşekkürlerle, hatta belki bir kutlama, bir şenlik ile; en az başlangıçtaki sevinçle ve coşkuyla kapatmak, tamamlamak ve sona eren çemberin mumunu üfleyip yenilerini yakmak üzere -şimdilik- vedalaşmak... Ta ki yollar yeniden kesişene kadar; eğer kesişirse...
Bunu yapmayınca ağırlaşıyoruz. Zaman aktıkça bünyeye bir sürü yük bindiriyoruz; bir sürü insan, bir sürü uğraş, bir sürü alışkanlık... Eğer ki yine coşkuda, yine keyifte isen; gelişmeye, büyümeye devam etmekte ve derinliklerini keşifteysen ne âlâ, devam... Ama alışkanlığın ve ezberin ölülüğü içinde devam ediyorsan eğer; attığın her adım, soluduğun hava, geçen her bir an ziyandan başka bir şey değil.
Tabii her durum kendine has. Eski keyif ve coşkusunu vermeyen ilişkiler, dostluklar, projelerle işimiz tamamen bitmiş olmayabilir de. Zora geldiğimiz an'da mutlaka kaçmayı, değiştirmeyi, hızla tüketmeyi savunuyor değilim. Belki de bunların içindeyken yeni adımlar atmaya, birtakım revizyonlar yapmaya çekiliyoruzdur. Hatta tam da zora geldiğimiz durumların, ilişkilerin içinde çok şey öğrendiğimiz de bir gerçek.
İşte hep çok ince ayarlar... Canlı bir durumun içinde kıvranıyorsak eğer, zorlansak da orada kalıp alacağımızı almaya, öğrenmeye, büyümeye devam etmek gerekiyor olabilir; yeter ki ölüm geldiyse de bunu fark edebilelim ve bir ceset olarak takılmaktansa onu toprağa verebilelim...
Bütün bunların herkese ve her duruma uyan detaylı yol haritaları yok. Her birimizin hayatı o kadar fazla unsurun bir araya gelmesinden oluşuyor ki kolaya kaçıp ithal ettiğimiz bilgi ve yöntemlerle yol almak mümkün olamıyor. Hep azami bir farkındalık ve dikkat gerekiyor ve bana göre her şey dönüp dolaşıp "Kendini bil" temel öğüdüne varıyor. Ufka açılmak dediğimiz şey aslında kendini bilmek için kendi içinde daha derine doğru yol almaktan başka bir şey değil.
Bunun için de hazırlop ve hızlı yöntemler yok fakat ustaların birçoğunun verdiği basit bir formül var ki o da üstündekilerden soyunmak... Gerçekte kim olduğumuzu doğrudan bilebilmenin çok zor olduğunu ve tersten giderek kim olmadığımız üzerinden ilerledikçe bir noktada sadece özümüzün kalacağını söylüyorlar.
Evet yapmamız gereken tek şey üstümüzdeki tüm o fazlalıklardan kurtulmaktan başka bir şey değil. Kendi ritmimizde ilerleyerek kendimiz sandığımız alışkanlıklarla, düşüncelerle, duygularla aramıza bir mesafe koyup onların biz olmadığımızı fark ettiğimizde, her biri birer birer üstümüzden düşüyor ve gitgide hafifliyor, hafifliyoruz ve bir noktada merkezimizden, özümüzden başka bir şey kalmıyor.
Buraya geldiğimizde ise zaten cesaretmiş, tamamlanmakmış; bu kavramların hiçbirinin tek tek bir önemi kalmıyor; artık her adımımız doğru adım, her eylemimiz doğru eylem oluveriyor. Sonrası kolaylık, hafiflik...
YORUMLAR