Limon ağacı ve kıskançlık
Sevgilisinden yeni ayrıldı. Kadın çok, ama çok kıskançtı.
Beraber geçirmedikleri saatlerde, onun nerede, kimlerle ne yaptığını bilmek istiyordu. “Fotoğraf gönder bana” diyordu. Arkadaşlarıyla iş çıkışı bir şeyler mi içiyor, statta maç mı izliyor, komşusunun bahçesinde iki çift laf mı ediyor, fotoğraf çekip gönderiyordu adam. Ancak fotoğrafı görmesi yetmiyor, üzerine arıyordu. Bulunduğu ortamın sesini duymaya, fotoğrafın gerçekten o dediği yerde çekilip çekilmediğini anlamaya çalışıyordu.
Adam gündüzleri, kadın akşamları çalıştığı için evde birlikte geçirdikleri saatler sınırlıydı. Kadın akşam işteyken de kontrolü bırakmıyordu. On iki yaşındaki oğlunu tembihlemişti, “Dışarı çıkarsa beni ara, telefonu çalarsa kimle ne konuştuğunu dinle” diye. Adam “Ekmek bitmiş, markete gidiyorum” diyordu mesela, on dakika içinde dönmezse telefonu çalıyordu. Evde telefonla konuşurken oğlan arkasında dolaşıyordu.
Yalnız bir kadının adamın civarında olması, ağır kriz sebebiydi. Kocasından ayrılan otuz yıllık arkadaşını, en son evine davetli oldukları gün görmüştü. Sevgilisi, kendi evlerindeki tablonun aynısı boşanmış arkadaşın mutfağında görünce “Hadi kalk gidiyoruz, aranızda bir şey geçmese duvarınıza aynı tabloyu asmazsınız” demişti.
Adam, başlarda memnundu aslında. Sevgilisinin kıskançlığının, ona duyduğu sevginin kanıtı olduğunu söylüyordu. Duvarlarda, yerlerde tuzla buz olan bardakları topluyor, yüzündeki tırmıklara merhem sürüyor, daha az dışarı çıkıyor, daha fazla evde vakit geçiriyordu.
Gelgelelim kadının aldatılma korkusundan kaynaklanan kıskançlık krizlerine, ayrılık tehditleri eşlik etmeye başladı. Adam akşam eve döndüğünde, o birkaç parça eşyasıyla oğlunu alıp gitmiş oluyordu. Telefonlara, mesajlara cevap vermeyen kadın, birkaç gün sonra hiçbir şey olmamış gibi geri dönüyordu.
Mutfak dolaplarında tabak çanak kalmaz, tırmıklar artar, evi terk edip dönmeler sıklaşırken, adam bu kıskançlığın sevgi olup olmadığını kendine sormaya başladı. Cevap arıyordu sorusuna.
Eve döndüğü bir akşam, cevabı buldu. Sevgilisi yine gitmiş, giderken de bahçedeki limon ağacını kırmıştı.
Adam o akşam sevilmediğini anladı. Ertesi gün iş arkadaşına, “Beni sevseydi, gözüm gibi bakıp büyüttüğüm limon ağacımı öldürmezdi. Onu öldürdüyse... ” dedi, ama devamını getirmedi. O akşam dışarı çıktı, ama masadakilerle beraber fotoğraf çekmedi. Telefonu çaldı, ama açmadı.
O gece, kadın çantası ve oğluyla geri döndü. Adam, oğlanın yanında annesini rencide etmek istemedi. O gece beraber uyudular. Ertesi gün cumartesiydi. Adam ayrılmak istediğini söyledi sevgilisine. Kadın şaşırdı. Gitmek istemedi. Ağladı. Sonra hırslanıp çantasıyla oğlunu alıp gitti. Adam onu aramadı. “Başkasıyla berabersin, o yüzden benden ayrılmak istiyorsun değil mi?” mesajlarına karşılık vermedi. Evin anahtarını değiştirdi. Bahçenin demir sürgüsünü çekmeye başladı.
O sürgü çekilince, adamın bütün kapılarını ona artık kapattığını anladı kadın. Defalarca özür diledi. “Değişeceğim” dedi. Fakat adam ikna olmadı. Dışarıda buluştular. Adam onunla evinin sınırları içinde konuşmaya çekiniyordu. “Sana tek bir sorum var, son bir sorum” dedi. “Neden kırdın limon ağacımı?” Kadın önüne baktı, ağlayarak ellerini adama uzattı. Ama adam ellerini geri çekti.
Bahçeye yeni bir limon ağacı dikti. Söylediğine göre terk edilme korkusu içinden uçtu gitti.
YORUMLAR