Kentsel dönüşüm neye dönüştü?
Çürük binaları güçlendirmek ya da yeniden yapmak suretiyle insan hayatını korumak amacıyla başlanmıştı kentsel dönüşüm kavramından bahsedilmeye... Hatırlarsınız.
Peki ne oldu? Akla gelmedik şeyler oldu.
Mesela zehir solumaya başladık kentsel dönüşüm vasıtasıyla. 2017 yazında Kadıköy’de yapılan ölçümlere göre 10 mikrogramdan küçük partikül madde için olması gereken sınır değer 70 µg/m3 iken yapılan ölçümlerde Kadıköy’deki mevcut oran 145.85 µg/m3 olarak belirlendi. 2.5 mikrogramdan küçük partikül madde için olması gereken sınır değer 25 µg/m3 iken, aynı ölçümde bunun oranı ise 91.86 µg/m3 olarak belirlendi. Yani sağlık için tolere edilebilir oranın 2 ve 4 katı oranlarında toz, toprak daha da kötüsü asbest (insanda kanser yaptığı kesin olarak ortaya konmuş maddelerden bir tanesi) solur hale geldik.
Sonra trafik içinden çıkılmaz hale geldi. Hafriyat kamyonları ve betonyerler normalde girmeleri yasak olan daracık sokaklarda ve caddelerde cirit atar oldular; bu sırada da (son bir yılda mesela) 24 kişinin ölümüne yol açtılar.
İstanbul zaten haddinden fazla nüfusa sahip bir şehirken bu nüfusa dahası, dahası da eklendi. Kadıköy’deki 4-5 katlı binalar yıkıldı, yerlerine en az 8-10 katlılar yapıldı...
Çiftehavuzlar meteoroloji arazisine yapılan tüm semtin lanetlediği 40 katlı ucubeleri saymıyorum bile. Şehrin güneşi, rüzgârı kesildi...
Şimdi bu şikâyetlere artık kulak tıkanamaz olduğunda farklı mercilerden yatay mimariye geçtiklerini belirten ifadeler yükselip alçalıyor. Hani, nerede yatay mimari? İstanbul’u yaşanamaz hale getirdikten sonra nereye yatay mimari?
Fikirtepe’yi ele alalım. Zavallı Fikirtepe, zavallı Kadıköy. 2012 yılında resmi bir törenle başlatılan ve Türkiye genelinde 7 milyon binayı kapsayacak olan kentsel dönüşüm projesinin hakiki yüzü Fikirtepe.
Hani eskiden pencerelerine çamaşırlar asılan, sokaklarında düğünler yapılan, kısa katlı, derme çatma evlerin, dar ve çarpık sokakların semtiydi. Bunlara rağmen sokaklarında ağaçlar, çarpıklığında kendine has bir yaşam vardı.
Şimdi yok.
İnsani binalar
Şimdi, her gün evime giderken bakıp içimi acıtan, “Burada gerçekten insan mı yaşayacak?” diye düşündüren, hepsi aynalı akvaryumlara benzeyen, kara, upuzun, kupkuru, kimseye yuva olamayacak binalar var orada... Güneşi emecek, rüzgârı kesecek, çirkin, ruhsuz.
Düşünün, elinizde kötü yapılmış bir maket var ve aynı zamanda onu yıkıp yeniden yapma gücünüz var. Ne yaparsınız? Yıkıp daha kötüsünü, daha çirkinini, şehir için daha zararlısını yapmak akla gelir mi? Benim gelmezdi; ama Fikirtepe’yi yeniden yapanların aklına geldi.
1 milyon 340 bin metrekare alandan bahsediyoruz. Tüm yapıların yıkılıp yeniden yapılmasından bahsediyoruz. İstanbul’dan bahsediyoruz. 4-5 katlı, aralarında parklar, bahçeler olan, ne önündekinin ne arkasındakinin hakkına tecavüz etmeyen, insani binalar yapılamaz mıydı? Niyetle ilgili.
Kentsel dönüşümü başlatan niyet için ne denmişti: “Rant değil insan...” Öyle oldu mu peki? Net olarak hayır. Kentsel dönüşüm her neyi hedeflediyse yaşayanların refahı, sağlığı, şehirle olan ilişkileri bu hedeflerin arasında yer almadı.
İstanbul’la ilgili söylenecek çok söz var ama bu sözlerin en güzelini Cumhurbaşkanı Erdoğan söylemişti: “Bu şehre ihanet ettik.”
Şimdi işte yaşıyoruz bu ihanetin içinde...
YORUMLAR