Eğitimi izliyoruz gözlerimiz kapalı
Son yıllarda dillere pelesenk olan bir tabir var: “Anı yaşamak.” Ortaya çıkışı mutlaka kadim bilgilere dayanıyordur ama bana kalırsa toplu bir yanlış anlamaya uğradı bu kavram. Anı yaşamak mesela, sağlıklı kalktığın güne şükretmek de olabilir, yediğin lezzetli bir yemeğe de; ya da bir yakının öldüğünde antidepresanlarla uyuşmak yerine yasını yaşamak da olabilir; örnekler çeşitlendirilebilir, yaşamın birçok alanına yayılabilir. Eğitim hariç.
Nereden çıkıyor bu derseniz, eğitim geleceğe yapılan yatırım. Eğitim, bir ülkenin yetiştireceği genç nesillere verdiği su, gübre, temiz hava... Öyle ki bunları yeterince ya da kaliteli bir şekilde vermezseniz gölge yapacak, meyve verecek kadar büyüyemeyecekler. Eğitim sadece çocukla, veliyle, öğretmenle sınırlı bir şey değil. Eğitim toplumun kalkınması, refahı, özgürlüğü, velhasıl ulaşmak için çabalama ihtimali olan her bir kavramın yeşerdiği toprak...
Geçen hafta Eğitim Reformu Girişimi tarafından hazırlanan Eğitim İzleme Raporu’nun sunumuna katıldım. PISA sonuçları, değişen sınav sistemi, dezavantajlı grupların çektikleri, öğrencilerin memnuniyeti, öğretmenlerin kapasitesi derken üzerinde konuşulan hiçbir başlıkta tünelin sonundaki ışığa dair bir bulgu olmaması düşündürücüydü.
Eğitim İzleme Raporu 2016-2017, 196 sayfalık veri, analiz ve yorum içeriyor. İçindeki umut 196’da 1. Bahsettiğim 1 puanlık umut, bir yerlerde bütün dezavantajlara rağmen meslek ve insan aşkıyla çalışan “Çalıkuşları” varsa, onların değdiği öğrencilere dair... Münferit iyilik umudu. İnsan olmaktan kaynaklanan.
Bu kapsamlı rapordan iç acıtıcı birkaç başlık: PISA 2015’te fen alanında üst düzey performans gösteren öğrencilerin oranı binde 3. En üst düzey dilimde yer alan, bilgi ve becerilerini alışık olmadıkları durumlarda yaratıcı ve bağımsız bir biçimde kullanma yeterliliğine sahip çocuk rakamı ise: 0...
Sağdan say sıfır, soldan say sıfır. Hiçbir çocuğumuzda yaratıcı ve bağımsız düşünce kullanma becerisi bulunamamış. Aslında bu alanda bir eşitliğe varmışız da denebilir. Velhasıl okulların sosyoekonomik durumlarının çocukların başarısında ciddi bir payı olması gerçeğine rağmen bu çıktı değişmiyor. Yani senede 50-60 bin lira ücreti olan okulda okuyan çocukta da yok bu beceri, Güneydoğu’da sıvası dökülmüş tek derslikli okula gidende de. Belki bu bir züğürt tesellisi olabilir.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı 4-6 yaş kurslar ile belediyelerce ve derneklerce açılan kreşleri kapsayan “toplum temelli kurumlar”ın payı geçen yıla göre % 1.7’den % 3.6’ya çıktı.
Henüz, bu programların içeriğine dair bilgi paylaşımı çok sınırlı.
0-6 yaşın çocuk için ne kadar önemli bir zaman dilimi olduğunu biliyoruz; bu yaştaki çocukların henüz soyut düşünceye varamadığını bildiğimiz gibi. Bu açıdan bakınca yukarıdaki bilgi insanın içine kurt düşürüyor. İçeriğinin ne olduğu bilinmeyen; muhtemelen din eğitimi çerçeveli bu kurumlarda çocuklara ne öğretiliyor, bunlar çocukları nasıl etkiliyor diye merak etmemek elde değil.
PISA 2015 sonuçlarına göre, Türkiye, yaşam memnuniyet ölçeğinin uygulandığı 28 OECD üyesi ve 20 partner ülke ve ekonomi içinde öğrencilerin ortalama yaşam memnuniyetlerinin en düşük olduğu ülkedir. Türkiye’deki öğrencilerin % 28.6’sı, 0 ile 10 arasındaki yaşam memnuniyeti ölçeğinde 0 ile 4 arasını seçiyor.
Bu üzerinde gerçekten uzun uzun düşünülmesi gereken bir madde bence. İnsan çocukluk, gençlik çağında neden yaşamından mutsuz olsun? Mutsuzluk dünyanın hakikatini algılayan yetişkinlere özel bir şey değil miydi? Çocuklarımıza dünyadaki diğer yaşıtları kadar iyi olacakları alanlar açamadığımız gibi mutlu da edemiyoruz. Hani biz yeni nesil ebeveynler (yaşam şartları bakımından tuzu kuru olanlar) diyoruz ya: Mutlu çocuk yetiştirmek istiyoruz, başarı önemli değil diye... Devleti toplumun ebeveyni olduğunu düşünürsek, çocuklarının akademik olarak başarısız, psikolojik olarak da depresif halini onun ebeveynlik etme yöntemine mal edebileceğimize inanıyorum.
“Eğitim sistemi; özgür ve sorgulayan, farklılıklara saygı duyan, din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin eşit insanların bulunduğu topluma saygı gösteren özgür bireyler yetiştirmeyi amaçlasa da maalesef uygulamada böyle değildir” diyor raporun önsözünün yazarı Hacer Foggo.
Bu bağlamda başlangıçta sözünü ettiğim “anı yaşama” sloganı eğitimde, güç odaklarının önceliklerine göre günü kurtarmak anlamını taşıyarak geleceği sabote ediyor... Raporda, kapsayıcı eğitim politikalarına duyulan gereksinim ve “çocuğun iyi olma hali” yaklaşımının politika ve uygulamalara rehberlik etmesinin önemi vurgulanırken görünen o ki çocuğun iyi hali de, eğitimin yaratacağı özgür düşünceli birey de bizden çok uzaklarda, Kafdağı’nın ardında yaşıyor...
YORUMLAR