Basit istekler

Basit isteklerim var. Sessizlik, kalabalıktan uzak olmak, mutsuz olduğumda gün ışığı alarak şarj olmak, yorgun olduğumda kendimi tabiatın dinginliğine bırakmak, iyi yemekler yemek, çocuğumun sağlıkla büyüdüğünü görmek, olduğum gibi sevildiğim bir ortamda yaşamak, kabul edilmek istiyorum...


Ben, diyorum ama aslında kocaman bir “biz” saklı bu benin içinde. Sağımda solumda, günümde, kalbimde olan insanların genel istekleri bunlar. Hepsinin adına konuşmakta beis görmüyorum.


“Basit” dediğim bu isteklere, yaşadığım şehirde ulaşmak mümkün değil. Ne garip. 20 milyon kişinin yaşadığı bu şehirde sessizlik de, kalabalıktan uzak olmak da, tabiata erişmek de ve hatta gerçek gıdaya ulaşmak da lüks.


Sessizlik sadece pazar günleri, o da bir nebze mümkün. Diğer günlerde metalik sesler evimin, arabamın, ofisimin içine doluyor benim onayımı almadan. Her gün bir yerlerde bir apartman yıkılıyor (tak tuk tak tuk), bir temel kazılıyor (tatatatata), demir kesiliyor (ciyaaakkkk) gün boyunca... Gece olunca da evimin olduğu caddenin üstünden kulak yırtan motor öttürme sesleri (Evet, çok seviyorlar, ışıklarda durduktan sonra araçlarını bağırtarak harekete geçmeyi)... Kulak yorgunuyum.


Sabahları 20 milyon kişiyle beraber işe gitmeye uğraşıyorum, akşamları ofisten erken çıkmaya çalışıyorum, aynı 20 milyon kişiden bir adım önde olabilmek, yolda geçireceğim süreyi bir gıdım kısaltabilmek için.


Ne zaman şehirden dışarı çıksam ve hoşuma giden bir yerde bulsam kendimi dönüp bakıyorum, “Neyi sevdim burada?” diye... Cevap hep aynı oluyor: Ağaçları. Bir yeri güzel yapanın su ve ağaç olduğunu biliyorum. Çok özeniyorum yüzyıllık ağaçlara. Penceremden görünen beton deryasında, parmakla sayılacak azlıktaki ağaçlara bakıp iç çekiyorum.


Gerçek gıdaya ulaşmak, gerçek bir arbede konusu. Parlak kirazlar, tatsız çilekler, içinde hiç yararlı bakteri kalmamış UHT sütlerden öteye biraz gidip temiz bir toprakta, böcek ilacına bulanmadan yetiştirilmiş gıda bulmak için ciddi bir mesai harcıyorum. Vardığım yer, hedeflediğimin anca yarısı oluyor...


Ne zaman yaşadığım yerden çıksam ve kendimi başka bir yerde bulsam hız problemi yaşıyorum. Her şey çok hızlı olmalı diye kodlanmış beynim, her an yetişilecek bir yer, aşılacak bir engel, atlatılacak kalabalıklar var diye kodlanmış, bu yetişme hissiyatı benim kolum gibi, gözüm gibi bir parçam olmuş; ancak dışına çıktığımda algılıyorum. Mücadele etmek, zamanla yarışmak, engeller atlamak yaşamımın içine öylesine sızmış ki gittiğim yerlerde sakinliğe, kolaylığa adapte olmakta zorlanıyorum... Hız yorgunuyum.


“Git o zaman başka yerde yaşa” diyeceksiniz biliyorum. Çözüm bu mu? Bu tempo, bu toz duman, bu mekanik gürültüler bir tek benim sorunum mu? Ben uzaklaştığımda biter mi? Binalar yıkılırken etrafa saçılan asbest bir tek benim ciğerlerime mi zararlı? Metrobüse binmek için sağlı sollu omuz atanlardan rahatsız olan ben miyim sadece? Öyle olmadığını biliyorum.


Bait isteklerimin basit çözümleri var aslında. Şehri daha yaşanabilir kılmak çok da zor değil. Gürültü kirliğinden başlayarak. Sadece insan faktörünü işin içine katmak gerekiyor. Belli bir bölgedeki inşaat sayısını limitlemek olabilir mesela çözüm böylece o bölgede halihazırda yaşayan insanların sağlığı da hesaba katılmış olur. Ya da motorsikletlilerin kulak yırtan kalkışlarından kendilerinden başka herkesi de düşünerek vaz geçmeleri, bunları EDS sistemiyle tespit edip ceza kesmek de caydırıcı olabilir...


Trafiğin çözümü herhalde olamayacak bu şehirde ama onun da basit önlemleri olabilir. Dikey bahçe saçmalığından vazgeçmek mesela. Bir işe yaramayan duvar çiçeklerini sulamak, yenilemek için bir şeriti kapatmaktan vaz geçmek bile bir iyi niyet göstergesi mesela. Zor mu yapmak? Dikey bahçeye ayrılan enerjinin yarısı kadarı şehirdeki yaşlı ağaçları korumak için ayrılsa, suni peysajlı sezonluk çiçeklere para harcamaktan daha estetik sonuçlara varılabilir...


Tarımı iyileştirmek, toprağa hak ettiği değeri vermek içinse bakış açısında bir değişiklik yeterli. Toprak ne kadar sağlıklıysa nesiller de o kadar sağlıklılar çünkü... Toprak bizim malımız değil, anamız çünkü...


Mızırdanma değil bu söylediklerim, işaret etme, dikkat çekmek isteme... Bir kaosun içinde yaşaya yaşaya konforun ne demek olduğunu unutmuş olabileceğimizi düşündüğüm için; belki daha çok insan aslında çok basit, çok temel olan bu taleplerini hatırlarsa iyileşme başlayabilir diye düşündüğüm için yazıyorum.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir şehirde koşturarak yaşamanın bizi nasıl tükettiğini, yorduğunu o kadar net anlatmışsınız ki teşekkür ederim.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.